Bilgi Bankası

Akciğer Kanseri

Tüm kanserlerde oldugu gibi akciger kanseride akciger dokusunda yer alan hücrelerin kontrolsüz çogalmasidir.

Tüm kanser türleri arasinda en ölümcül kanser türüdür. Tüm dünya, erkeklerde en sik ölüme neden olan birinci, kadinlarda ise ikinci kanser türüdür. Ve tüm dünyada her yil yaklasik 1.3 milyon ölüme neden olmaktadir.

Akciger kanseri 20. Yüzyildan önce çok nadir bir kanser türü iken Amerikan ordusuna 1. Dünya savasinda sigara dagitilmasi 1940’li yillardan itibaren, önce Amerika ve takiben tüm dünyada akciger kanseri insidansinda patlama yasanmasina sebep olmustur.

 

BELIRTILER

Akciger ve brons sisteminin agri duyusu içermemesi ve ilk semptom olan öksürügün sigara içenler tarafindan bir hastalik belirtisi olarak degerlendirilmemesi nedeniyle, akciger kanseri vakalarinin tanisi çogunlukla ileri evrelerde konulmaktadir. Semptomlar tümörün lokal büyümesine bagli olabilecegi gibi metastatik hastaliga veya metastatik olmayan kanserli hücrelerin vücudun diger dokularina dolayli etkilerine (paraneoplastik sendrom) bagli olabilir.

Tani konan hastalarin %10 ile 25'i asemptomatiktir. Yani herhangi bir semptom göstermez. Böyle hastalarda kanser tanisi, tesadüfen çekilen akciger röntgeni veya bilgisayarli tomografide saptanan pulmoner nodüllerin incelenmesiyle tani konmaktadir.

Akciger kanserli hastalarin çogunda kilo kaybi, halsizlik, yorgunluk gibi nonspesifik (özgül olmayan) semptomlar bulunur. Ayrica, kanserin akciger içinde yayilmasi sonucunda öksürük, nefes darligi, hiriltili solunum, gögüs agrisi, kanli balgam semptomlari görülebilir. Akciger kanserinin metastazlari ise yayilim gösterdigi organa bagli olarak bulgu verir. Bu kanserin, beyine yaptigi metastaz nörolojik semptomlara neden olurken, kemige metastazinda agri sikayeti görülür. Tümör hücrelerinden salinan hormonlara dolayli olarak paraneoplastik sendromlar gelisebilir. Bunlardan en sik görülen ACTH salinimi sonucu ortaya çikan cushing sendromudur (obezite, kan basincinin artmasi ve derinin zayiflamasi sonucu olusan çizgiler).

Akciger kanseri gelisiminde Pasif sigara içiciligi’de (sigara içilen ortamda bulunularak sigara dumanina maruz kalma) akciger kanseri açisindan de sigara kullanmak kadar risk faktörüdür.

Kanser gelisme riski; sigara içme süresi, günde içilen sigara sayisi, erken baslama yasi, derin çekme (inhalasyon), katran ("tar") miktari ile artar, kullanimi kesme süresi ile azalir. Sigara kullanimi özellikle yilda 20 paketi geçtikten sonra göreceli risk belirgin olarak artis gösterir. Sigara miktari arttikça risk katlanarak artmakta, ancak sigarayi biraktiktan sonra risk giderek azalmaktadir. Sigara disinda puro içenlerde risk 3 kat, pipo kullananlarda ise 8 kat artmaktadir. Filtreli ya da düsük katran içeren "light" sigaralari içenlerde kanser riski azalmamaktadir. Sigara ve diger tütün ürünlerinin kullanim miktari ve süresi arttikça akciger kanseri (ve baska kanserlerin) gelisme ihtimali artmakta, birakilmasi durumunda da zamanla azalmaktadir. Akciger kanseri gelisme riski sigarayi birakmayi takiben 10-20 yil içinde hiç içmeyenlerin düzeyine yaklasmaktadir.

Bu noktada asbettin de anilmasi gerekmektedir. Asbest akciger zari kanserinin (mezotelyoma) en önemli sebeblerindendir. Asbest, gemi, izolasyon, otomotiv endüstrisinde kullanilmakta veya çevresel (tremolit içeren ak toprak ve zeolit) maruziyet de söz konusu olabilmektedir.

 

Ak toprak olarak da bilinen asbest; Türkiye'nin çesitli bölgelerinde bulunmakta olup, kirsal alanda siva ve boya amaciyla kullanilmaktadir. Zeolit ise Kapadokya'da peri bacalarinda yer alan bir mineraldir.

 

Asbest, akciger kanseri de dahil olmak üzere çesitli akciger hastaliklarina neden olabilir. Asbest maruziyeti ve tütün kullanimi sinerjist etki göstererek akciger kanseri gelisme riskini artirir. Ingiltere'de, asbest akciger kanserinde ölen erkeklerin %2-3'ünün sorumlusudur.

TANI

Akciger kanserinin görüntülenmesi amaciyla, akciger röntgeni, toraks, batin ve beyin BT, Manyetik rezonans görüntüleme ve PET/CT uygulanabilmektedir.  yani sira bronkoskopi ve mediastinoskopi denilen, lenf bezlerinden biyopsi materyali alinmasi yöntemleri uygulanir. Daha sonra kanser tanisinin kesin olarak konabilmesi için biyopsi alinarak patolojik inceleme yapilmasi gerekir. Bunun için hastanin ve lezyonun durumuna göre pek çok yöntem uygulanabilir. Biyopsi sonucu olmaksizin kanser tanisi kesinlesemez.

HISTOPATOLOJIK SINIFLAMA

Akciger tümörleri öncelikle

           1- Benign tümörler (Iyi huylu tümörleri)

           2- Malign tümörler (Akciger kanserleri) olarak ikiye ayrilir.

Malign tümörleri ise ;

           1- Küçük hücreli karsinom.

           2- Küçük hücreli disi karsinom olarak iki ana gruba ayrilir.

Küçük hücreli karsinomlarin altklasifikasyonu asagidadir.

 

WHO/IASLC Histologic Classification of NSCLC

1. Squamous cell carcinoma.

1. Papillary.

2. Clear cell.

3. Small cell.

4. Basaloid.

2. Adenocarcinoma.

1. Acinar.

2. Papillary.

3. Bronchioloalveolar carcinoma.

1. Nonmucinous.

2. Mucinous.

3. Mixed mucinous and nonmucinous or indeterminate cell type.

4. Solid adenocarcinoma with mucin.

5. Adenocarcinoma with mixed subtypes.

6. Variants.

1. Well-differentiated fetal adenocarcinoma.

2. Mucinous (colloid) adenocarcinoma.

3. Mucinous cystadenocarcinoma.

4. Signet ring adenocarcinoma.

5. Clear cell adenocarcinoma.

3. Large cell carcinoma.

1. Variants.

1. Large cell neuroendocrine carcinoma (LCNEC).

2. Combined LCNEC.

3. Basaloid carcinoma.

4. Lymphoepithelioma-like carcinoma.

5. Clear cell carcinoma.

6. Large cell carcinoma with rhabdoid phenotype.

4. Adenosquamous carcinoma.

5. Carcinomas with pleomorphic, sarcomatoid, or sarcomatous elements.

1. Carcinomas with spindle and/or giant cells.

2. Spindle cell carcinoma.

3. Giant cell carcinoma.

4. Carcinosarcoma.

5. Pulmonary blastoma.

6. Carcinoid tumor.

1. Typical carcinoid.

2. Atypical carcinoid.

7. Carcinomas of salivary gland type.

1. Mucoepidermoid carcinoma.

2. Adenoid cystic carcinoma.

3. Others.

8. Unclassified carcinoma.

 

EVRELEME

Akciger kanseri tanisi konduktan sonra, hastanin prognozu hakkinda saglikli bir yaklasimda bulunmak, en etkili tedavi yöntemini belirleyebilmek ve alinan tedavi sonuçlarinin bilimsel kiyaslamasini yapabilmek için, hastaligin anatomik yayginliginin saptanmasi yani evrelendirilmesi gerekir. Akciger kanseri için birincil tümörün büyüklügü ve yayimina (T), bölgesel lenf bezi (nodu) tutulumuna (N), uzak metastaz varligina (M) dayanan TNM evrelendirmesi yapilir.

TEDAVI

Patolojik tani, evre ve hasta özelliklerine (yas, performans, vs) göre planlanmaktadir.

Kemoterapi, radyoterapi, cerrahi ve bunlarin çesitli kombinasyonlari ana tedavi yöntemleridir.

Guatr ve Kolon Kanseri

Tiroid bezinin büyümelerine ‘guatr’  denir. Dünyada en sik rastlandigi ülke Türkiyedir. Bölgeler arasinda çok farkli siklikta rastlanir. Karadeniz yöresinde en sik rastlanmasinin sebebi beslenme aliskanligi ve cografik olarak iyot azligi olarak düsünülmektedir. Iyilesmesi mümkün olan bir guatr giderek geciktirilirse ya da ilaç tedavisine cevap alinamazsa cerrahi müdahale gerekebilir. Gerektiginde cerrahi müdahale basari ile uygulanabilir ve hasta günlük hayatina hemen dönebilir.

 

Tiroid bezi hastaliklari toplumda çok sik (yaklasik her 10 kisiden 3’ü) rastlanmaktadir ve genellikle belirti vermezler. Ancak tiroid bezi nodüllerinin bir kismi kanser olarak ortaya çikmakta veya sonradan kansere dönüsebilmektedir. Toplumda görülme sikligi %4.2'dir. Hayat boyunca kadinlarda tiroid kanseri riski yaklasik %0.7, erkeklerde ise %0.25'tir.

 

Nedenleri?

 

 -Ailesel özellik; Çok belirgin olmamakla birlikte genetik yatkinlik sikligi artirmaktadir.

 

 -Iyot eksikligi: Tiroid hormonlarinin yapim maddesidir eksiklig durumunda tiroid bezi yeterli hormon üretebilmek için büyür bu da guatr olarak karsimiza çikar.

 

 -Beslenme; Özellikle Karadeniz bölgesinde çok tüketilen kara lahana iyot metebolizmasini bozdugu için guatr sebebi olarak görülmektedir.

 

Tiroid bezinin görevi nedir?

 

Tiroid bezi, boyunda ön-orta hatta yer alan, iki parçali, 20-25 gram agirliginda ve iç salgi  fonksiyonu olan bir organdir. Tiroid bezinin iyot kullanarak yaptigi  hormon bütün vücut metabolizmasinin düzenlenmesinde rol oynar. Ürettigi hormon azalirsa vücudumuzun çalisma hizi düser, fazla hormon salgilarsa vücudumuzun çalisma hizi artar.

 

FONKSIYONUNA (HORMON DÜZEYINE) GÖRE SINIFLANDIRMA:

 

- HIPERTIROIDI (Zehirli guatr , toxik guatr , tirotoksikoz):Guatrin tipinden bagimsiz bir sekilde hormon düzeyi çesitli derecelerde yüksektir. Hormon düzeyine göre;

 

 -Çarpinti (nabiz istirahat halinde bile dakikada 100 den fazladir)

 

 -Asiri terleme ( özellikle ellerde terleme ) ve sicaga tahammülsüzlük

 

 -Istah artisi

 

 -Gerginlik ve asiri reaksiyon

 

 -Diskilama aliskanliginda degisiklik

 

 -Kilo kaybi(fazla yemeye ragmen)

 

 -Adet düzensizligi

 

 -Gözlerde ileri dogru çikma ve buna bagli sikayetler olur.

 

 -HIPOTIROIDI : Tiroid dokusunun yaptigi hormonun normalden az olmasi halidir ve oldukça seyrek görülür. Hormon düzeyine göre;

 

 -Ciltte kuruluk

 

 -Nabizda yavaslama

 

 -Soguga dayaniksizlik

 

 -Yeme ve çalisma isteksizligi

 

 -Kabizlik

 

 -Adet düzensizligi

 

 -Saç kalitesinde bozulma ve buna bagli dökülme ve kirilma görülür.

 

 -EUTIROID:Guatr vardir ama hormonlar normal düzeydedir % 90-95 oraninda bu tip guatr görülür.

 

DOKU TIPINE GÖRE SINIFLANDIRMA:

 

 DIFFÜZ GUATR: Tiroid dokusu tümüyle homojen olarak büyümüstür.Türkiyede en sik rastlanan tiptir.Büyüklügüne göre 1+, 2+, 3+, 4+  olarak siniflandirilir.

 

 NODÜLER GUATR: Tiroiddeki büyüme ur (nodül) seklindedir tek veya çok sayida ur (nodüller) olusur. Ensik ameliyat gerektiren tiptir nodüller hormon salgisina göre sicak ve soguk diye siniflandirilir.

 

 HASHIMATO: Vücutta tiroid dokusuna zarar veren madde salgilanmasina baglidir. Agrilidir ve seyrek görülen bir tiptir.

 

 TIROID KANSERI: Tiroid dokusundaki kötü huylu gelismelerdir. Ayrintilar asagidadir.

 

Iç-dis, erkek-disi guatr ifadeleri ne anlama gelmektedir?

Bunlar halk tarafindan kullanilan ifadelerdir. Kisinin boyun yapisina göre bezin büyümesi disardan görünüyorsa (zayif ve boynu uzun olanlarda görülür) buna ‘dis guatr’ denmektedir. Bezin büyümesi görünmüyorsa (sisman ve kisa boyunlularda  görülmez) buna da ‘iç guatr’ denmektedir. Ameliyattan sonra tekrar eden yani nüks olanlar ‘disi guatr’, tekrar etmeyenlere de ‘erkek guatr‘ denmektedir. Eger bezin belli bir kismi çikarildiktan sonra ihtiyaci olan hormon disaridan verilmezse iç dengeler devreye girerek beyin asiri TSH salgilar. Bu salgi tiroidi uyararak yeniden büyümesine sebep olur. Tekrar büyüdügü için buna disi guatr denir.

 

Guatr teshisi nasil konur?

 

Teshiste en önemli bulgu boyunda muayeneyle sislik tesbit etmektir. Diger teknolojik yardimcilar guatrin tipini ve tedavi seçeneklerini belirlememizi saglar.

 

-USG (ultrasaund);Tiroiddeki büyümenin tipini belirler.

 

-Kan tahlili;(T3-T4-TSH) Tesbit edilen guatrin hormon düzeyini bu sayede zehirli olup olmadigini belirlememize yardim eder.

 

-Sintigrafi; Guatrin varligini,tipini ve kabaca fonksiyonunu belirlememize ve tedavi seçimimize yardimci olur.

 

-Tomografi-MRI; Seyrek gördügümüz gögüs kafesi gibi degisik alanlara dogru büyüyen guatrin sinirlarini belirlemek için kullanilir.

 

-Biopsi; Ameliyat öncesi ince igneyle (IIAB) alinabildigi gibi ameliyatta çikarilan parçanin mikroskopla incelemesi sonucu guatrin iyi veya kötü huylu oldugunu tesbit eder ve ameliyat sonrasi hastanin takibinde önem arzeder.

 

TEDAVI:

 

Tedavi seçimi guatrin tipine ve fonksiyonelligine göre yapilir.

 

DIFFÜZ GUATR:

 

 -ETIROID DIFFÜZ GUATR:Disardan hormon verilerek tiroid dokusu baskilanir.Hormon salgilama ihtiyaci azalan guatr zamanla küçülebilir.6 aylik kontroller gerekir.Estetik olarak çirkin görünmesi,çevre organlara basi yapmasi ve küçülmemesi durumunda ameliyatla alinir.

 

 -TOXIK DIFFÜZ GUATR(zehirli guatr): Hormonu azaltacak ilaçlar verilir. 6-12 aylik tedavi sonrasi ilaçlar kesilir tekrarlarsa ameliyatla guatr dokusunun büyük çogunlugu çikarilir. Doku azaldigi için hormon salgisi azalir, kan hormon düzeyi normale döner.

 

 -HIPOTIRIDIK GUATR:Hormon düzeyi düsüktür.Disardan tiroid hormonu verilerek tedavi edilir.

 

NODÜLER GUATR:

 

Gerek ilaçlardan etkilenmeyecegi gerekse her nodülün kötü huylu olma ihtimali sebebiyle cerrahi olarak tedavi edilirler.

 

    -EUTIROID NODÜLER GUATR:Nodüller bagimsiz çalistigi için verilecek ilaçlardan etkilenmez tek tedavi yöntemi ameliyattir.Ameliyatta Az miktarda saglikli doku birakarak dokunun çogu çikarilir.

 

    -TOXIK NODÜLER GUATR (zehirli guatr ):Tek tedavi yöntemi cerrahidir.Ameliyatta riski azaltmak için kan hormon düzeyini düsürecek ilaçlar verilir.3 hafta 6 ay içerisinde hormonlar normale dönünce ameliyatla dokunun büyük çogunlugu çikarilir.

 

    -HIPOTIRIDIK NODÜLER GUATR:Guatr dokusu nodülleri içerecek sekilde çikarilir eksik hormon düzeyi normalde kalacak kadar disardan desteklenir.

 

HASHIMOTO TIROIDITI:

 

Genellikle nodüler guatr diye ameliyat edilen hastalarin ameliyatta çikarilan dokularinin mikroskobik incelemesiyle teshis edilir.Tedavisi nodüler guatr gibidir ancak tedavi edilmemesi halinde kanserlesecegi konusunda süpheler vardir.

 

Guatr ameliyati nasil yapilir?

 

Guatr ameliyati dendiginde en sik boyunda iz kalip kalmayacagi ve sesin kisilip kisilmayacagi endise edilir. Boyunda cilt pililerine paralel olan 3-4 santimetrelik bir kesi yapilarak ameliyat gerçeklestirilir. Bu kesi estetik dikildiginde kalan iz hiç belli olmamaktadir. Ses kisikligi ise, anestezin sirasinda bogazin tahris olmasina bagli 1-2 gün süren ses kisikligi olabilmektedir. Yutkunmadaki 1-2 günlük agri ile birlikte ameliyat çok rahat geçmektedir. 1 gün hastanede yatip ertesi gün taburcu olur.

 

Erken teshis önemlidir!

 

Guatrda erken teshis çok önemlidir. Geç kalinmasi durumunda hastalik ilerleyecek, tedavi zorlasacak, sistemlerde yaptigi hasarlar geri dönmeyecektir. En önemli ameliyat sebebi olan kanser gelismesi varsa tedavi çok pahaliya mal olabilecektir.

 

TIROID KANSERLERI

 

Insidens (Görülme sikligi)

 

Tiroid kanseri, over kanserinden sonra en sik görülen endokrin kanser olmakla birlikte, çok sik görülen bir hastalik degildir. Ancak özellikle tiroid bezinde nodül olan hastalar, tiroid kanseri gelisebilecegi konusunda uyanik olmalidirlar. Diger kanserlerin tersine tiroid kanseri, nerdeyse her zaman tamamen tedavi edilebilecek bir hastaliktir. Tiroid kanserleri tüm kanser vakalarinin %1’den azini olusturmaktadir. Çocuklarda nadir görülmekle birlikte, yirmili yaslardan sonra görülen kanserler içinde ilk 5 sirada yer almaktadir. Her yil 1000 kisiden birinde tiroid nodülü olusmaktayken, 50.000 kisiden birinde tiroid kanseri olusmaktadir.

 

Tiroid nodülleri kadinlarda erkeklerden daha siktir, ancak erkeklerde görülen nodüllerde kanser görülme sikligi kadinlardan daha fazladir. Nodüler guatri olan hastalarda tiroid kanseri olabilir. Özellikle tek ve soguk nodüllerde bu risk daha yüksektir. Erkeklerde tek ve soguk nodüllerdeki kanser orani dörtte birdir. Bu durum; her dört soguk ve tek nodüllü erkek hastanin birisinde mutlaka tiroid kanseri görülebilir anlamina gelmektedir.

 

 

Ultrasonografinin rutin uygulamaya girmesi ile artan tiroid nodülü tespit etme oranina paralel olarak bu nodüllere tanisal yaklasim orani da artmistir. Ince igne aspirasyon biopsisi ile daha çok tiroid kanseri teshis edilebilir hale gelmistir. Yapilan çalismalarda, yetiskinlerde bu sekilde tesadüfen tespit edilebilecek tiroid kanser sikligi %6 gibi yüksek oranlara çikmaktadir.

 

Tiroid kanserlerinin sikliginin artmis gibi görülmesinin önemli bir baska sebebi ise, iyi huylu tiroid hastaliklari nedeni ile ameliyat edilen vakalarin patolojik incelemelerinde ayrintili ince kesitli inceleme yapilmasidir. Bu sekilde tiroid kanseri yakalama olasiligi %5’ten %13’e çikmaktadir.

 

Tiroid Kanseri Tipleri

 

Tiroid karsinomlari (WHO 2004 klasifikasyonu);

 

- Papiller karsinoma

 

- Folliküler karsinoma

 

- Undiferansiye (anaplastik) karsinoma

 

- Squamous hücreli karsinoma

 

- Mukoepidermoid karsinoma

 

- Eozinofilili mukoepidermoid karsinoma

 

- Musinöz karsinoma

 

- Meduller karsinoma

 

- Mixed meduller ve folliküler karsinoma

 

- Timus benzeri diferansiasyon gösteren spidnle hücreli tümör

 

- Timus benzeri diferansiasyon gösteren karsinoma

 

Bunlarda tiroid için spesik ve nisbeten sik gözükenleri kabaca dört baslikta toplayabiliriz;

 

-Folliküler

 

-Papiller

 

-Medüller

 

-Anaplastik

 

Kanserin en sik görülen tipleri (papiller ve folliküler) tedaviye iyi yanit verir. Daha ender görülen medüller tiroid kanserinin aksine bu tip kanserlerin ayni aile bireylerinde görülme olasiligi oldukça düsüktür.

 

Genetik geçisli olabildiginden Medüller tiroid kanseri olan hastalar aile bireylerinin tiroidlerinde nodül oldugunun arastirilmasi konusunda israrci olmalidir. Medüller tiroid kanseri diger endokrin bezlerin örnegin hipofiz, böbrek üstü bezi(adrenal), pankreas ve paratiroid bezlerinin de ayni anda tutulumu ile birliktelik gösterebilir. Bu tip tutulum multipl endokrin neoplazi sendromu seklinde adlandirilir.

 

Seyrek görülen kanser türlerinden birisi olan anaplastik ca. en agresif kanserlerdendir. Teshis konduktan sonra ortalama yasam süresi 2 aydir.

 

Radyasyon Maruziyeti

 

Çocuklukta, adolesan evrede ve eriskinlerde bas ve boyuna radyasyona maruz kalmak tiroid kanserinin gelisiminde oldukça önemli faktörler olarak karsimiza çikmaktadir. Bir arastirmada 500 rad civarinda radyasyon alan sahislarda tiroid kanser sikliginin %2 civarinda oldugu ortaya konmustur. Rusya’daki Çernobil nükleer santrali kazasindan sonra o bölgede yasayan kisilerde tiroid kanserinde büyük artis olmustur. Yillar önce akne, kafanin cilt problemleri, boyunda tüberküloz, kafa derisinin mantar enfeksiyonlari, yüzün kan damari tümörleri, büyümüs timus, tonsillit, bogaz agrisi, kronik öksürük ve fazla saçlar nedeni ile radyasyon uygulanmis olan vakalarda bu kanser daha sik görülmektedir. Bu tip tedavi artik uygulanmamaktadir çünkü bu tedaviyi gören hastalarda ilerde tiroid kanseri görülme sikliginin %30 kadar arttigi saptanmistir. Ek olarak bas ve boyun bölgesinde kanser saptanip bu alana radyasyon uygulanan hastalarda tiroid nodülü ve kanseri görülme olasiligi da artmaktadir. Eger geçmiste bu tip bir tedavi size uygulanmis ise bu durumda mutlaka doktorunuza basvurmali ve tiroid bezinin incelenmesini istemelisiniz.

 

Tiroid Kanseri Belirtileri

 

Tiroid bezi kanseri genellikle belirti vermez. Guatr nedeniyle takip edilen hastalarda veya tesadüfen baska bir hastalik için yapilan tetkiklerde ortaya çikabilir. Nadiren boyunda kitle, ses kisikligi, yutkunma güçlügü; çok nadiren de kemik kiriklari veya hipertiroidi (zehirli guatr) ile ortaya çikabilir. Medüller kanserli hastalarin %30’unda yüzde kizarma, ishal ve yorgunluk olabilir.

 

Tiroid Kanseri Tanisi

 

Guatrli hastalarda tiroid nodülü  olup olmadigini saptamak için tiroid sintigrafisi ve tiroid USG kullanilmaktadir. Ne var ki ince igne aspirasyon biyopsisi (IIAB) tiroid nodüllerinin kötü huylu olup olmadiginin saptanmasi ve cerrahi gerektirip gerektirmedigini saptamada en iyi metoddur.

 

Tedavi

 

Tiroid kanser tedavisinin en etkili yöntemi cerrahidir. Bazi cerrahlar tiroid kanserinin iyi prognozu nedeni ile tiroid bezinin sadece bir kisminin çikarilmasinin yeterli olabilecegini düsünse de en güvenilir olani mümkün oldugu kadar fazla tiroid dokusunu (mümkünse tamamini) çikartmak olmalidir. Bu agresif yaklasim rekürrens (tekrarlama) olasiligini azaltmakta ve radyoaktif iyot tedavisi gibi cerrahi olmayan tedavi yöntemlerinin etkinligini de en üst düzeye çikartmaktadir. Her ne kadar total tiroidektomi paratiroid bezlerin de çikarilmasi ile görülebilecek kalsiyum düsüklügüne ve ses kisikligi ile beraber nefes darligina neden olabilse de bu riskler ameliyatin deneyimli bir cerrah tarafindan yapilmasi ile en aza inebilmektedir.

 

Vakalarin %80 kadarinda kanser tiroid bezinden komsu lenf bezlerine yayilabilir. Ancak bunlarin az bir kismi klinik olarak bulgu verirler (bir santimetreden büyük ve elle hissedilebilmeleri). Eger bu olusursa lenf bezleri de boyun diseksiyonu denilen cerrahi yöntemle çikarilmalidir. Genelde bu müdahale kozmetik açidan tatmin edici uzatilmis boyun insizyonu ile yapilabilmektedir. Bazi vakalarda yüzün sismesi, kulaga dogru uzanan uyusukluk disinda bu tip lenf bezlerinin çikarilmasi genelde herhangi bir önemli kozmetik probleme neden olmaz.Tiroid kanserli hastada klinik bulgu vermeyen lenf bezleri için boyun diseksiyonu yapmanin geregi yoktur.

 

Radyoaktif Iyot Tedavisi

 

Cerrahi esnasindaki bulgulara,kanserin patolojik verilerine ve total tiroidektomi sonrasi yapilan tüm vücut taramalari sonucuna dayanilarak radyoaktif iyot tedavisi postoperatif dönem için mutlaka göz önünde bulundurulmalidir. Radyoaktif iyot tedavisi genellikle gereken cerrahi uygulandiktan 6 hafta sonra kapsül veya sivi formda verilir. Radyoaktif iyot tedavisinin etkili olabilmesi için hastanin tiroid ameliyatindan sonraki TSH'inin en az 30 ve üstündeki degerlerde olmasi gerekir. Radyoaktif iyot tedavisi sonrasi hastalara tiroid replasman tedavisi (tiroid tabletleri) mutlaka uygulanmalidir. Bununla beraber hasta tiroid bezinin normalden az çalismasi sonucu görülebilen bulgular olan halsizlik, kas kramplari, kabizlik gibi problemlerle karsilasabilir. Dolayisiyla olusabilecek bu durumlari önceden bilmek ve tiroid replasman tedavisinin ne kadar gerekli oldugunu anlamak önemlidir.

 

Radyoaktif iyot tedavisi basittir fakat dozaja bagli olarak hastanede belli süre kalmayi gerektirebilir. Her ne kadar boyun rahatsizligi, azalmis tükürük salgisi  ve tat duyusunda degisiklik olusabilse de genellikle önemli sayilabilecek hiçbir yan etki olusmaz. Bazen eger rezidüel veya rekürrent tiroid kanseri saptanirsa bu tedavi yinelenilebilir. Radyoaktif iyot tedavisi uygun doz ve tedavi araliklari ile uygulanirsa, 50 yillik deneyim sonucunda varilan sonuç bu tedavinin güvenilir oldugunu ortaya çikarir

 

Eksternal Radyasyon Terapisi

 

Eger tiroid kanseri tamamen çikarilamamissa özellikle Hurthle hücreli kanser, medüller ve anaplastik tiroid kanserlerinde kobalt isin tedavisi gerekli olabilir. Eksternal radyasyon terapisi yaklasik 4-6 haftalik süreç içerisinde boyun bölgesine küçük azaltilmis dozlarla tedavi verilmesini içerir ve deride küçük damar olusmasina bagli sekonder deri reaksiyonu olusmasina ve deri pigmentasyonuna neden olabilir. Ne var ki bu sik olarak olusmaz.

 

Tedavi Sonrasi Izlem

 

Cerrahi ve radyoaktif iyot tedavisini takiben tiroid hormon tabletleri reçete edilir. Tiroid hormonu yalniz hormon metabolizmasini düzenlemekle kalmaz ayni zamanda hipofiz bezini baskilar ve bu bezden tirotiropin salgilanmasini engeller ki bu da kanser hücrelerinin gelismesine engel olabilir. Hipotiroid hastalardan farkli olarak tiroid kanserli hastalarda serum TSH seviyesi normalin altinda tutulmalidir ki yeni gelisebilecek kanser hücreleri baski altinda tutulabilsin. Tiroid fonksiyonlari rutin yapilan tiroid fonksiyon testleri ve klinik ve laboratuar testleri ile kontrol edilir. Tiroid kanser hastalari 6 ile 12 aylik periyotlarla rekürren kanser gelisip gelismedigi konusunda arastirilir. Serum tiroglobulin seviyesinin ölçümü (tiroid hormonu stimülatörü) rekürren kanser gelisimini arastirmada en iyi yöntemdir. Boyun usg’si ve akciger grafisi kanserin tekrar edip etmedigi konusunda aydinlatici olabilir.

 

ÖZET

 

En sik görülen kanser tipleri olan papiller ve papiller folliküler tiroid kanseri için 5 ve 10 yillik sag kalim oranlari %95’in üstündedir. Tekrarlama riski 45 yasin üzerindeki hastalarda veya tiroid kanseri tanisi konuldugu zaman tiroid bezi disina yayilim saptanan hastalarda daha yüksektir. Ne var ki erken tani ve tedavi bu tip komplikasyonlari önleyebilmektedir.

Kolon Kanseri Nedir ?

Sindirim sisteminde ince bagirsaklardan sonra gelen yaklasik 1,5 - 2 metre uzunlugundaki kisim kolon, yani kalin bagirsaktir; bunun son 15 cm.'lik bölümüne; rektum adi verilir.

 

Kalin bagirsak ya da kolon ve rektum kanserleri, özellikle gelismis bati ülkelerinin önemli bir saglik sorunudur; A.B.D., Kanada, Ingiltere, Fransa, Almanya v.b. ülkelerde toplumda görülme sikligi yüz binde 40-60 arasinda degismektedir. A.B.D.'de yilda yaklasik olarak 150,000, Avrupa'da 170,000 tüm dünyada ise yaklasik olarak yilda bir milyon yeni vaka görülmektedir. Yasam süresi boyunca toplumda her 50 kisiden birinde kolorektal kanser olusmaktadir. A.B.D.'de tüm yeni kanser vakalari içinde görülme sikligi erkekte ve kadinda % 11 orani ile üçüncü sirayi almaktadir.

 

Saglik bakanliginin 1998 verilerine göre kadinda ikinci, erkekte ise üçüncü sirada sik rastlanan kanser tipidir. Yine saglik bakanliginin 2003 yilinda yatan hastalardan yaptigi istatistige göre kolon kanserleri Meme ve Akcigerden sonra üçüncü siklikta yer almistir.

 

Buna karsin kolon kanseri;

 

1- Büyük oranda önlenebilir bir hastaliktir.

 

2- Erken dönemde yakalandigi takdirde tam sifa ile tedavi edilmesi mümkün bir hastaliktir.

 

RISK FAKTÖRLERI

 

Kolon kanserlerinin olusumunda bilinen belli basli risk faktörleri sunlardir:

 

50 yas ve üstünde olmak,

Ailede kalin bagirsak kanseri bulunmasi,

Kisinin daha önce kalin bagirsak, meme, yumurtalik veya rahim kanseri geçirmis olmasi,

Kolonda poliplerin varligi,

Ülseratif kolit veya Crohn hastaligi gibi kronik iltihabi bir barsak hastaliginin bulunmasi,

Çevresel faktörler: Hayvansal yag ve kirmizi etin (özellikle sigir, domuz ve kuzu eti) sik tüketimi, lif (fiber)'den fakir gidalarla beslenme, obezite, asiri kalori alimi ve düsük fiziksel aktivite, asiri sigara ve alkol tüketimi.

 

 

NEDENLERI

 

Kolon kanserinin nedeni diger tüm kanserler gibi kesin olarak bilinmemektedir. Yine tüm kanserler gibi olusumunda etkili olan bazi çevresel ve genetik nedenler vardir.

 

Kalitsal etkenler bu konuda büyük öneme sahiptir. Ailesinde kolon kanseri olan kisilerde kansere yakalanma ihtimali normalden daha yüksektir. Ayrica daha önceden meme ve yumurtalik kanserini geçirmis kisilerde ve ailelerinde kolon kanseri sikligi daha fazladir. Gardner Sendromu ve Ailesel Polipozis hastaligi kalitsal hastaliklardir ve siklikla kolon kanserine neden olmaktadir. Bunlarin disinda ülseratif kolit ve Crohn hastaligi da kolon kanseri ihtimalini arttirir.

 

Beslenme, kolon kanserinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Bati tipi, lif açisindan fakir diyet kanser ihtimalini arttirir. Kolon kanserinin olusmasinda hayvansal yaglarin tüketiminin etkili oldugu arastirmalar sonucu saptanmistir.

 

Ayrica bazi kimyasal maddeler kanser nedenleri arasindadir. Sanayi isçilerinde, bazi fabrikalarda çalisanlarda kolon kanseri görülmesi kimyasal maddelerin etkisini ortaya koymaktadir.

 

BELIRTILERI

 

Kalin bagirsak kanseri bagirsak poliplerinin büyümeleri ve kanser içeren dokuya dönüsmeleri ile olusuyor. Kolay belirti vermeyen ve yavas büyüyen bir kanser türü olan kolon kanserinin geç ortaya çikan belirtilerini söyle siralamak mümkün:

* Kabizlik

 

* Ishal

 

* Barsak aliskanliginin degismesi

 

* Karin Agrisi

 

* Diskida kan

 

* Agrili diskilama

 

* Yeterince diskilayamama hissi

 

* Sebebi bilinmeyen ani kilo kaybi

 

* Demir eksikligi anemisi: Özellikle sag kolon kanserleri gizli kanama ve anemiye yol açabiliyor.

 

Kolon kanserinin baslangiç evresinde karinda dolgunluk hissi, hafif agri, istah kaybi, kilo kaybi, çabuk yorulma ve ishal ortaya çikar. Ayrica kabizlik olabilir. Kullanilan ilaçlara ragmen kabizlik devam edebilir. Bu evrede barsak henüz daralmamistir ve belirtiler bagirsak kanseri tanisi koymak için yeterli degildir. Fakat hastada bu tip sikayetlerin olmasi hastanin mutlaka incelenmesini gerektirir. Görüntüleme yöntemleri kalin bagirsaktaki herhangi bir anormalligi ortaya koyar. Böylece herhangi bir hastalik varsa erken tani konmus olur ve hastalarin gelecegi açisindan çok önemlidir.

 

Baslangiç evresinde tespit edilmeyen kolon kanseri, ki siklikla ülkemizde bu evrede doktora basvurulmadigindan saptanamaz, ilerler ve kalin barsak daralmaya baslar. Daralma ortaya çikarsa bagirsaktan diski geçisi zorlasir. Bagirsaktaki maddeler burada birikmeye baslar ve atilamaz. Barsak kokusmasi ortaya çikar. Barsak içerigi, bagirsagin kasilma sonucu ilerlemek ister fakat kanser kitlesi yüzünden bu islem çok zordur. Bu yüzden hastada önce kabizlik daha sonra agri ataklari baslar.

 

Daralmaya iliskin belirtiler, kanser kalin bagirsagin sag tarafinda, diski daha sivi halde oldugu için, sol taraf yerlesimli kanserlere göre daha geç ortaya çikabilir.

 

Kolon kanseri tedavi edilmez ve daha da ilerlerse belirtiler agirlasir. Yorgunluk, kilo ve istah kaybi belirginlesir. Kansizlik, kansizlik yerlesir. Hatta bagirsak tamamen kapanmasi sonucu barsak patlayarak bagirsak içerigi karin zarlari içerisine atilabilir. Bu evrede tümörün çikarilmasi genellikle çok zordur.

 

TANISI

 

Öncelikle hastanin doktora basvurmasi ve çok iyi bir fizik muayene yapilmasi gereklidir. Daha sonra sirasiyla asagidaki testler yapilir;

 

Diskida gizli kan incelenmesi. Son derece basit bir testtir, hastanin özel kartlar üzerine alacagi küçük miktarda diski örnekleri laboratuarda incelenir.

Radyolojik tetkikler (çift kontrastli kolon grafisi, bilgisayarli tomografi v.b.)

Laboratuar tetkikleri (tam kan sayimi, biyokimyasal tetkikler). Bunlarin arasinda CEA (karsinoembriyonik antijen) tetkiki kalin bagirsak kanserlerinde kanda yükselebilen ve taniya yardimci olan testlerden birisidir.

Kesin tani için endoskopik tetkikler (rektoskopi, sigmoidoskopi, kolonoskopi) ve biyopsi (görülen lezyondan parça alinmasi ve patolog tarafindan incelenmesi).

 

 

 

 

TEDAVISI

 

Kolon kanserinin tedavisi cerrahidir. Tümörlü olan kisim cerrahi yöntemlerle çikarilir. Daha sonra bagirsagin çikarilan yerinin alt ve üst tarafi birbirine baglanir. Eger kanser anüse yakin bir yere yerlesmisse bu bölgenin kisa olmasi ameliyatin seklini degistirir. Bu ameliyatta anüs tümüyle çikarilir ve kolon, karin duvarina baglanir.

 

Operasyon materyalinin ayrintili patolojik degerlendirmesi ve lenf dügümlerine siçrama olup olmadiginin belirlenmesi ve hatta immünhistokimyasal olarak tümör hücrelerinde c-erbB-2 (HER-2 neu) pozitifliginin olup olmamasi hastanin bundan sonraki tedavi protokolünü belirlemektedir.

 

Bu parametrelere göre hastanin kemoterapi ve radyoterapiye ihtiyaci olabilecegi belirlenir. Kemoterapi ve radyoterapi ile gözden kaçabilecek kanser hücrelerinin de yok edilmesi hedeflenmektedir.

 

KOLON KANSERINDEN KORUNMA

 

Kolon kanserleri bati toplumlarinda dogu toplumlarina göre daha sik görülmektedir. Bunun muhtemel en önemli sebebi dogu toplumlarinda lifli gida tüketiminin daha fazla olmasidir.

 

Fazla lifli gidalarla beslenme kolon kanserine karsi koruyucudur. Insanlarda bol miktarda lifli besinlerin tercih edilmesi kolon kanseri görülme sikligini azaltmaktadir. Çünkü bu maddeler, kanserojen maddelerin yogunlugunu azaltmaktadir. Lifli gidalardan baslicalari; sebze, meyveler ve kuru baklagillerdir.

 

Ayrica, sigara, kolon kanseri riskini arttiran etmenlerin basinda geliyor. Bu açidan riski azaltmak adina sigara içmemek gerekiyor.

 

Yagli besinlerle kolon kanseri arasinda dogrudan iliski vardir. Yag orani az besinlerin tüketilmesi gerekir. Kirmizi et ve yagli besinler kolon kanseri ihtimalini arttirmaktadir. Bu nedenle bu besinlerin az miktarlarda tüketilmesinde fayda vardir.

 

Ayrica yeterince kalsiyum ve D vitamini almak önerilir. Ancak bunlarin yani sira ikincil korunma önlemi olarak tarama testleri ile erken taninin ayri bir önemi vardir.

Bunun için, her iki cinste 50 yasindan baslamak üzere,

 

Her yil diskida gizli kan tetkiki, 5 yilda bir rektal muayene ve rektosigmoidoskopi ya da,

Her 10 yilda bir rektal muayene ve tam kolonoskopi veya,

Her 5-10 yilda bir çift kontrastli kolon grafisi ve rektal muayene önerilmektedir.

 

Ailesinde kolon kanseri olan bireylerde tarama testlerine daha erken yasta baslanmalidir.

 

Bunlarin disinda egzersiz yapmak, yesil çay tüketmek bagirsak düzenini sagladigindan dolayi koruyucudur. Yesil çayda bulunan bir maddenin kanser gelisimini önlemede etkili oldugu belirtilmektedir.

 

Lenfoma Nedir ?

Lenfoma nedir?

Lenf dokusunun habis tümörüne verilen genel bir isimdir. Kanser ya normal hücrelerin hizla çogalmasi veya normal lenfositlere göre daha uzun süre yasamalari ile olusur. Lenfoma Hodgkin hastaligi ve Hodgkin disi lenfoma adi altinda iki büyük gruba ayrilir. Çogunluk, Hodgkin disi (Non-hodgkin) denilen lenfoma grubunda yer alir ve hastaya sadece lenfoma deniliyorsa genellikle bu grup kastedilmektedir

Hodgkin hastaligi(HH) nedir?

Ilk kez tarif eden Thomas Hodgkin`in adi ile anilan hastaliktir. Hodgkin hastaliginin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Her yasta ortaya çikabilmekle birlikte daha çok genç eriskinlerde görülür. Erkeklerde daha sik ortaya çikar. Bulasici bir hastalik degildir. Kombine kemoterapi ile sifa elde edilebilen ilk habis hastaliktir.

 

Hodgkin disi lenfoma (HDL) nedir?

Bu baslik altinda lenfatik sistemi etkileyen yakindan iliskili bir grup hastalik toplanir. Bu hastalik anormal B lenfositlerden kaynaklanan B hücreli lenfomalar ve anormal T lenfositlerden kaynaklanan T hücreli lenfomalar olarak 2 gruba ayrilir. B hücreli lenfomalar daha sik ortaya çikar. Hastalik lenf dügümlerinde, dalak gibi lenfoid dokularda ortaya çikabilir veya mide, barsak gibi organlardaki lenf dokusundan kaynaklanabilir. Malign lenfoid hücreler kan ve lenf dolasimi araciligi ile vücudun diger kisimlarina da yayilabilir. Son yillarda HDL sikligi artmaktadir, ancak bu artisin nedeni bilinmemektedir.

 

Lenfomada hastalarin hangi sikayetleri olur?

En sik görülen belirti boyun, koltuk alti ve kasik bölgelerindeki lenf bezelerinin agrisiz siserek ele gelmesidir. Hastalarda diger bulunabilen belirtiler ise söyledir; sebebi tam açiklanamayan ates, kilo kaybi, gece terlemesi, halsizlik, ciltte kasinti.... Bu sikayetler, grip gibi baska hastaliklarin seyrinde de görülebilir. Bu nedenle bu tür bulgulari olan hastalarda lenfoma teshisini ancak doktor koyabilir. Ilk sikayet çogu kez boyunda ortaya çikan agrisiz bir sisligin farkedilmesi seklindedir. Hodgkin hastaliginda bu sislik özellikle solda köprücük kemigi üzerinde yerlesimlidir. Koltuk alti ve kasiktaki lenf dügümü bölgelerinde de büyüme olabilir. Az sayida hastada ise lenf dügümü büyümesinin yaygin oldugu görülür. Gögüs kafesi içinde ya da karin boslugu içindeki lenf dügümlerinde de büyüme olabilir. Bunlar basi nedeni olacak büyük kitleler olusturuyorsa nefes darligi, yüzde ve boyunda sisme ya da karinda sislik, ele gelen kitle, karin agrisi olmasi gibi sikayetlere yol açarlar. Fizik muayenede karaciger ya da dalak büyüklügü saptanabilir. Hastalik lenf dügümü disindaki dokulari da tutabilir. Akciger, karaciger, kemik, kemik iligi tutulumu en sik lenf dügümü disi tutulum yerleridir. Lenf dügümü disi tutulum olmasi ekstranodal hastalik olarak adlandirilir. Baslangiçta vakalarin % 5-10'unda ekstranodal tutulum olabilir. Hastalarin bir kisminda lenfomaya bagli olarak ortaya çikan ve sistemik semptomlar olarak degerlendirilen bulgular olabilir. Bunlar ates, gece terlemesi, son 6 ayda vücut agirliginin % 10 undan fazla kilo kaybi olmasidir. Atesin nedeni bir infeksiyon degildir. Sistemik semptomlar bu hastaliklara özgü degildir. Hodgkin hastaliginda kasinti da olabilir.

 

Lenfomada tani nasil konur?

Lenfoma tanisi koymak için mutlaka tutulmus bölgeden biopsi yapmak gerekir. Kesin tani histopatolojik inceleme ile konur. Bu nedenle lenf dügümü büyümesi olan hastalarda lenf dügümünün cerrahi olarak çikarilmasi ve histopatolojik tetkikinin yapilmasi gereklidir. Çikarilacak lenf dügümü hekimin uygun gördügü yerden ve tetkik için uygun büyüklükte olmalidir. Biopsi kanser süphesi olan alandan doku parçasi alinmasi islemidir. Biopsiler ya lokal anestezi yapildiktan sonra bir igne ile küçük bir doku parçasi alinarak yapilir. Ancak bu yöntemle bazen tani için yeterli materyel alinamayabilir. Veya açik biyopsi (cerrahi biyopsi) yapilir. Bu, lokal anestezi ile yapilabilecegi gibi bazen genel anestezi yapilmasi da gerekebilir. Karin içinde bir patoloji varsa laparoskopi veya laparatomi denilen cerrahi yöntemlerle karin içindeki süpheli bölgeden parça almak gerekir. Kemik iligine yayilan ya da kemik iliginden kaynaklanan lenfomada taniya gitmek için kemik iligi degerlendirilmelidir. Lokal anestezi ile deri, derialti dokusu ve kemik yüzeyi uyusturulduktan sonra igne kemik iligi içine girer. Islem kalçadan yapilir.

 

Alinan biopsi patoloji laboratuarinda öncelikle rutin hematoksilen-eosin kesitlerle incelenir.

 

Incelemede ilk olarak; Iltihabi olay-lenfoma ayrimi yapilmasi gereklidir. Çogu kere bu zor degildir. Ancak bazen bunun ayrimi çok zor olup ileride deginecegimiz immunohistokimyasal çalismalar gerekli olabilmektedir.

 

Lenfoma tanisi konduktan sonra; HH-HDL ayrimi yapilmalidir. Buda çogu zaman zor degildir. Ancak bazi yüksek dereceli HDL'lar HH ile ayrilmasi ancak immunohistokimyasaal çalisma ile mümkün olmaktadir.

 

En son olarak HH'i kendi içerisinde veya HDL'yi kendi içerisinde siniflandirip (Tablo-1), derecelendirilmesi gerekmektedir. Ki bu isle için mutlaka immunohistokimyasal çalisma, hatta bazen sitogenetik çalisma yapilmasi gereklidir.

 

Lenfoma tanisi konan her hastaya mutlaka hastaligin evresini belirlemek için kemik iligi biopsisi de yapilmalidir. Hastaligin kemik iligi tutulumunun olup olmadiginin belirlenmesi uygun tedavi seklini kararlastirmada yol göstericidir. Kemik iliginin patolojik incelenmesinde, özellikle bazi tip lenfomalarda kemik iligi normal gözükse dahi immunhistokimyasal çalisma tutulum oldugunu gösterebilmektedir.

 

Hastaligin yayginligini belirlemek için farkli muayene ve testlerin yapilmasi gereklidir. Klinik degerlendirme bir onkolog (kanser tedavi eden hekim) veya hematolog (kan hastaliklarini tedavi eden hekim) tarafindan yapilmalidir.

 

Lenfomanin histopatolojik siniflamasi nasil yapilir?

Lenfoma histopatolojik olarak önce Hodgkin hastaligi ve Hodgkin disi lenfoma diye 2 ana gruba ayrilir. Biopsi yapilarak lenfomanin hangi tipte oldugu ortaya konabilir.

 

Hodgkin hastaligi nodüler lenfositten baskin tip ve klasik Hodgkin hastaligi olarak iki gruba ayrilmakta, klasik Hodgkin hastaligi da ayrica alt gruplara ayrilmaktadir.

 

HDL siniflandirilmasinda birkaç sistem vardir;

 

Rappaport; 1970'lerden beri kullanilan en eski siniflamadir. Sadece hücrelerin mikroskopik görüntüsü esas alinmistir.

 

Kiel; Özellikle Avrupada kullanilmis, mikroskopik ve immunolojik özelliklerine göre yapilan bir siniflamadir. 1992'de güncellenmistir.

 

Working formülü; 1982'de önerilmis; lenfomalari düsük, orta ve yüksek dereceli 3 ana grupta toplayan bir sistem olup bu sistemde hücrelerin mikroskopik görünümü ve klinik seyir gözönüne alinir.

 

REAL klasifikasyonu; 1994 yilinda tanitilmistir. Burada lenfomanin kaynaklandigi hücre tipi, morfoloji, imunolojik ve genetik tipe göre siniflandirma yapilmaktadir.

 

WHO klasifikasyonu; en son kabul edilen siniflama sistemidir (Tablo-1).

 

Lenfomanin tümör büyümesinin hizliligi açisindan degerlendirilmesi tümörün derecesi (grade` i) olarak degerlendirilir. Bu siniflandirma hem hastaligin ilerlemesi, hem de etkili tedavinin seçimi ile ilgilidir. Tümörün derecesi, seçilecek tedaviyi belirlemede önemlidir. Düsük dereceli lenfomalar (sessiz seyirli) yavas ilerler, acil tedavi çogu kez gerekmez. Hastalar uzun süre iyi bir yasam kalitesi ile yasarlar. Ancak tedavi ile tam sifa nadirdir. Bazi vakalar zamanla daha agresif lenfoma tiplerine dönüsebilir, o zaman daha yogun tedavi gerekir. Orta ve yüksek dereceli HDL agresif olarak adlandirilir. Bu tümörler hizla büyüyebilir ve tanidan hemen sonra tedavi gerekir. Bu tümörler daha yogun tedavi gerektirmesine ragmen yapilacak tedavi ile tam sifa elde edilebilir.

 

 

 

 

(Tablo-1)

 

WHO klasifikasyonu (2001);

 

B-Cell Neoplasms

 

I. Precursor B-cell neoplasm:

    a. Precursor B-lymphoblastic leukemia/lymphoma

 

II. Mature (peripheral) B-cell neoplasms

 

B-cell chronic lymphocytic leukemia / small lymphocytic lymphoma

 

B-cell prolymphocytic leukemia

 

Lymphoplasmacytic lymphoma

 

Splenic marginal zone B-cell lymphoma (+/- villous lymphocytes)

 

Hairy cell leuekmia

 

Plasma cell myeloma/plasmacytoma

 

Extranodal marginal zone B-cell lymphoma of mucosa-associated lymphoid tissue type

 

Nodal marginal zone lymphoma (+/- monocytoid B-cells)

 

Follicle center lymphoma, follicular,

 

Mantle cell lymphoma

 

Diffuse large cell B-cell lymphoma

. Mediastinal large B-cell lymphoma

. Primary effusion lymphoma

 

Burkitt's lymphoma/Burkitt's cell leukemia

 

T-Cell and Natural Killer Cell Neoplasms

 

I. Precursor T cell neoplasm:

    a. Precursor T-lymphoblastic lymphoma/leukemia

 

II. Mature (peripheral) T cell and NK-cell neoplasms

 

T cell prolymphocytic leukemia

 

T-cell granular lymphocytic leukemia

 

Aggressive NK-Cell leukemia

 

Adult T cell lymphoma/leukemia (HTLV1+)

 

Extranodal NK/T-cell lymphoma, nasal type

 

Enteropathy-type T-cell lymphoma

 

Hepatosplenic gamma-delta T-cell lymphoma

 

Subcutaneous panniculitis-like T-cell lymphoma

 

Mycosis fungoides/Sézary's syndrome

 

Anaplastic large cell lymphoma, T

ull cell, primary cutaneous type

 

Peripheral T cell lymphoma, not otherwise characterized

 

Angioimmunoblastic T cell lymphoma

 

Anaplastic large cell lymphoma, T

ull cell, primary systemic type

 

Hodgkin's lymphoma (Hodgkin's Disease)

 

 

 

 

Nodular lymphocyte predominance Hodgkin's lymphoma

 

Classical Hodgkin's lymphoma

. Nodular sclerosis Hodgkin's lymphoma

. Lymphocyte-rich classical Hodgkin's lymphoma

. Mixed cellularity Hodgkin's lymphoma

. Lymphocyte depletion Hodgkin's lymphoma

 

In addition, multiple subcategories are offered for several of these diseases.

 

 

 

 

Lenfomada evreleme nasil yapilir?

Evreleme vücutta tümörün yayginligini gösteren bir terimdir. Lenfoma dört klinik evreden birinde olabilir. Evre I ve II lokalizedir, III ve IV ise ilerlemis, yaygin hastaligi gösterir. Evrelemede A, B, E önemlidir. Tani sirasinda sistemik semptomlarin olmasi B, olmamasi A olarak degerlendirilir.Sistemik semptomlar ates, gece terlemesi ve kilo kaybidir. Hastalik lenf dügümünden bir organa yayildigi zaman ya da hastalik lenfatik sistem disinda bir tek organi tuttugu zaman E ifadesi kulanilir. Ann Arbor evreleme sistemine göre hastalik

 

Evre-I: Hastaligin tek bir yerde olmasi.

 

Evre-II: Hastaligin diafragma zarinin ayni tarafinda birden fazla yerde olmasi.

 

Evre-III: Hastaligin diafragma zarinin her iki tarafinda olmasi.

 

Evre-IV: Hastaligin yaygin olmasi.

 

Lenfoma tedavisinde ne kullanilir?

 

Lenfomalarin tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi ya da her ikisi birlikte uygulaniyor. Tedavinin seçiminde önde gelen faktör hastaligin evresidir. Hodgkin lenfomali hastalarin %75 kadari uygun tedavi ile sifaya kavusturulabilir. Bazi Hodgkin-disi lenfomalarda da hastalik önemli ölçülerde düzeltilebilmektedir, ancak tümü dikkate alindiginda sonuçlar Hodgkin hastaligi kadar tatmim edici degildir.

 

Lenfomada prognostik faktörler nelerdir?

Lenfomada tedavinin basarisini etkileyen faktörlere prognostik faktörler denir. HDL için yasin 60 in altinda olmasi, genel durumun iyi olmasi, serum LDH düzeyinin yüksek olmamasi, hastaligin erken evrede olmasi , ekstranodal hastalik olmamasi iyi prognostik faktörlerdir.

 

Meme Kanseri Nedir ?

Meme Kanseri konusunda sorular, yanitlar...

 

Meme kanseri, pek çok ülkede oldugu gibi, ülkemizde de, kadinlarda en sik görülen kanserdir. Kadinlarda kanser nedeniyle olan ölümlerin önemli bir kisminin da nedeni meme kanseridir.

 

 

 

Ne kadar siktir?

Amerika Birlesik Devletlerinde yapilan istatistiklere göre, 1994 yilinda, Amerika'da 46 bin kadinin bu kanser nedeniyle öldügü bildirilmektedir. Her sekiz-on kadindan birinde meme kanseri görülecegi ve bunlarin da yaklasik üçte birinin meme kanserinden ölecegi hesaplanmaktadir. Ülkemiz için görülme sikliginin biraz daha düsük oldugu tahmin edilmektedir.

 

 

Erken tani konmasinin yarari var mi?

Meme kanserinin bazi tipleri, erken tanindiklarinda çok iyi biçimde tedavi edilebilmektedir. Dolayisiyla, hem hastalarin hem doktorlarin bu kanseri olabildigince erken tanimak için elden gelen gayreti göstermeleri gerekir.

 

 

Meme kanserinin bütün türleri ayni derecede mi kötüdür?

Meme kanserinin degisik türleri vardir. Bunlarin tedavileri ve hasta üzerindeki etkileri de farkli olabilmektedir. En iyi sonuçlar, küçük ve çevreye yayilmamis kanserlerde alinmaktadir.

 

 

Meme kanseri açisindan hangi riskleri tasiyorum?

Annenizde, kiz kardesinizde veya teyzenizde meme kanseri varsa, sizin için de risk yüksektir. Bunlardan birinde kanser olmasi, sizin meme kanseri olma riskinizi iki kat artirir. Iki yakininizda meme kanseri varsa, risk 3 katina çikar. Diger risk faktörleri sunlardir: Adetlerin küçük yasta baslamasi, çocuksuz olma veya ileri yaslarda çocuk dogurma, Ayrica, daha az da olsa; sigara kullaniminin, asiri yagli yemekler ve sismanligin da riski artirdigi düsünülmektedir.

 

 

Ne yapabilirim?

Kanserlerin küçükken yakalanmalarini saglayan üç önemli yöntem vardir: Kisinin kendi memesini muayene etmesi. Doktor muayenesi Mamografi

 

 

Kisinin kendi memesini muayene etmesi

Bir kadinin kendi kendine yapabilecegi en önemli muayenedir. Her ay yapilmasi önerilmektedir. Ortam, rahat ve ilik olmali, muayene sirasinda tüm ayrintilara dikkat edilmelidir.

 

 

Fibrokistik hastalik / Memelerde yumrular olmasi

Pek çok kadin memesini muayene ettiginde yumrularla karsilasir. Bu nedenle telaslanan, üzülenler de olabilir. Bu yüzden, her kadinin kendi memesindeki bu normal sertliklerin yerlerini ve kivamlarini iyi bilmesi gerekir. Eger her zamankinden farkli bir sertlik hissederseniz, mutlaka bir uzman doktora görünmelisiniz. Meme kanserlerinin önemli bir bölümü, ilk kez, kendi kendini muayene sirasinda dikati çeker. Erken tani, daha sonra ortaya çikabilecek sorunlari azaltabilir; hastanin yasam süresine de katkida bulunabilir. Bir kitlenin küçük iken saptanmasi, tedavinin de daha kolay ve hasta açisindan daha kolay kabul edilebilir nitelikte olmasini saglayabilir.

 

 

Kendi mememi, ne zaman muayene etmeliyim?

Çogu uzman, kadinlarin adet görmelerinden bir hafta sonra bu muayeneyi yapmalarini önermektedir. Dogum kontrol hapi kullananlar ise, hapa basladiktan sonraki ilk hafta içinde muayenelerini yapmalidirlar. Diger zamanlarda memelerdeki normal yapilar ve kistler daha irilesebilirler. Bu hem akil karistirici olur, hem de muayene agrili olabilecegi için rahatsiz edici hale gelebilir. Öte yandan, memeleri hiç muayene etmemektense, ayin her hangi bir günü muayene etmek elbette çok daha iyidir.

 

 

Kendi mememi nasil muayene edebilirim?

Asagida yaygin bir muayene yöntemi bulacaksiniz: Önce, rahat ve ilik bir yerde sirtüstü uzanin. Sol kolunuzu kaldirip, sol elinizi basinizin altina koyun. Sag elinizle sol memenizi asagidaki biçimde muayene etmeye baslayin. Gögüs kafesinizin ön yüzünde, sagda ve solda iki dikdörtgen oldugunu düsünün. Memeleriniz bu dikdörtgenlerin ortasinda olsunlar. Dikdörtgenlerin birer köseleri koltukaltinizda olacaktir. (Memenin koltukaltina yakin kisimlarini muayene ederken özellikle dikkatli olun; meme kanserleri en çok burada bulunmaktadir). Iki-üç parmaginizi birlestirerek, sol koltukaltinizdan asagi dogru dikdörtgenin dis kenari boyunca inin. Alttaki köseye ulasinca, parmaklarinizi 2-3 cm kadar içe dogru çekip bu defa yukari dogru çikin. Köprücük kemigine (sagdaki dikdörtgenin üst kenarina) geldiginizde yine 2-3 cm içe gelip asagi dogru inin. Tüm memeyi muayene edene kadar bunu sürdürün. Sag memeyi sol elle, sol memeyi sag elle muayene etmeniz gerektigini unutmayin. Muayene sirasinda, parmaklarinizin ucuyla 1-2 cm çapinda daireler çizecek hareketler yapin. Elinizi degisik derecelerde bastirarak deriyi, memeyi ve alttaki gögüs kafesi kemiklerini ayri ayri hissetmeye çalisin. Size süpheli gelen sertliklerin yerlerini unutmayin. Bunlarin çogunun normal oldugunu aklinizdan çikarmayin. Süpheniz devam ediyorsa, uzman bir doktora danisin. Kendi kendinizi düzenli olarak muayene etmek sizi rahatlatacak ve bir güven duygusu saglayacaktir.

 

 

Memenin doktor tarafindan muayenesi

Bu muayenenin hiç degilse yilda bir kez yapilmasi gerekmektedir. Muayene sirasinda, kendi kendinizi nasil daha iyi muayene edebileceginizi de sorabilir ve süpheli buldugunuz sertlikler konusunda doktorun degerlendirmesini ögrenebilirsiniz. Bu, çogu kez sizi rahatlatacaktir. Memede kistler oldugunda doktor, adetinizden sonraki hafta içinde yeniden muayeneye gelmenizi isteyebilir. Bir sertligin ne zamandir orada oldugu sorulabilir; bu yüzden, kendi kendinizi muayene ederken elinize gelen bir sertlik buldugunuzda, tarihi bir yere kaydetmeniz yararli olacaktir. Bazen, doktor, daha emin olmak için sizi birkaç hafta veya ay içinde yeniden muayene etmek isteyebilir veya mamografinin gerekli oldugunu söyleyebilir.

 

 

Mammografi nedir?

Meme kanserinin erken yakalanmasinda sizin ve doktorunuzun yaptigi muayenelere katki saglayan ç ok degerli bir radyolojik inceleme yöntemidir. Elli yasin üzerindeki kadinlarda her yil mammografi çekilmesinin gerekli oldugu düsünülmektedir. Kirk-elli yaslarinda mammografinin ne derecede gerekli oldugu tartismali olmakla birlikte, bu dönemde hiç degilse iki yilda bir mammografi çekilmesinin yararli oldugunu söyleyenler bulunmaktadir. Bu incelemelerin tüm amaci, kanserleri bazen elle muayenede bile farkedilemeyecek kadar küçükken yakalayabilmektir. Mammografi, hasta veya doktorun eline anormal bir sertlik geldiginde de istenir. Mammografi ile tüm kanserlerin mutlaka yakalanabilecegi zannedilmemelidir. Kisinin kendi memesini muayenesi, doktor muayenesi ve mammografi, kanseri yakalamak için hep birlikte basvurulmasi gereken yöntemlerdir.

 

 

Meme biyopsileri niye yapilir?

Memesinde sertlik bulunan pek çok kadinda biyopsi gündeme gelir. En basit yöntem, ince bir igne kullanilarak süphe edilen sertlikten örnek almaktir. Bu bir kist ise, islem sirasinda kist sivisinin gelmesi ile hem sertlik kaybolur hem de hasta rahatlar. Kanserlerin kist halinde olmasi olasiligi çok düsüktür. Alinan sivi veya hücreler, patoloji uzmani tarafindan incelenir ve bu örnekte kanser olup olmadigini belirten bir rapor düzenlenir. Igne ile örnek alma, genellikle acisiz bir islemdir; memenin veya hastanin uyusturulmasina gerek duyulmaz. Daha genis kapsamli bir islem olan eksizyonel biyopside, ele gelen sertligin tümü veya bir kismi cerrah tarafindan çikartilir. Bu islem için yalnizca memenin uyusturulmasi yeterli olabilecegi gibi, genel anesteziye de basvurulabilir. Çikarilan dokunun patoloji uzmani tarafinda mikroskop altinda incelenmesiyle en kesin taninin konulmasi mümkün olur.

 

 

ÖZET

Meme kanseri, hemen her 8 kadindan birinde görülecek denli siktir. Kendi kendini muayene, doktor muayenesi ve mammografi; sonucu önemli derecede etkileyebilir. Çogu durumda, bu hastaligin kökünü kaziyabilme olasiligi bulunmaktadir ve hem erken taniyi hem erken tedaviyi saglamak için, çaba gösterilmesi gereklidir.

HPV Nedir?

HPV (Human Papilloma Virus) genital bölgede ve mukozalarda enfeksiyon yapan ve condyloma acuminatum adi verilen sigil seklinde kitlelerin olusumuna neden olan bir virüstür.

 

Çogu virüs hastaliginda oldugu gibi HPV de bir kez vücuda girdiginde hücreler içinde yerlesir ve zaman zaman alevlenmelere yolaçar. Bu yüzden HPV enfeksiyonu kesin tedavisi olmayan bir hastalik olarak kabul edilir.

 

HPV; Papovavirus ailesinden, 72 kapsomerli, 45-50 nm boyutlarinda, ikosahedral simetri gösteren zarfsiz virüslerdir. 6.500-8.000 baz çiftinden olusan çift sarmal sirküler DNA içeren bir genom tasimaktadir.

 

 

 

Kontaminasyon (Bulasma);

 

HPV cinsel yolla bulasan bir hastalik olarak kabul edilmektedir, ancak dogum sirasinda anneden bebege geçebildigi ve kontamine esyalardan, genel tuvalet, dus gibi hijyenik olmayan ortamlardan da bulasabildigi bildirilmektedir.

 

 

 

Genital bölgeyi enfekte eden HPV'ler temas yolu ile kolayca yayilirlar. HPV'nin bir kisiden digerine bulasmasi için mutlaka tam bir iliski olmasi gerekmez. Enfekte olan cilt bölgelerinin birbiri ile temasi ile de hastalik bulasabilir.

 

Virüsün kuluçka süresi degiskendir. Bulasma olduktan sonra bulgular bazen birkaç ay bazen de birkaç yil sonra ortaya çikabilir. Hatta bazen virüs yillarca hiçbir bulgu vermeden vücutta kalabilir.

 

Aktif genital lezyonlarin varliginda bulasicilik en yüksektir. Sigiller ortaya çikip tedavi edildikten sonra yeniden sigil çikmadan geçen dönem ne kadar uzunsa bulastiricilik da o oranda azalmaktadir.

 

Önemi nedir?

 

HPV kadinlarda ve erkeklerde genital sigillere yol açabilir ancak bundan çok daha önemlisi kadinlarda rahim agzi kanserine erkeklerde de penis kanserine neden olabilmesidir. Rahim agzi kanseri tanisi konmus kadinlarin %95'inde HPV saptanmaktadir.

 

Prevelans (Siklik).

 

Özellikle gelismis ülkelerde son derece yaygin bir virüs olan HPV ile tüm dünyada 630 milyon enfekte kisi bulundugu düsünülmektedir.

 

 

 

Ülkemizde 2007 yilinda yayinlanan, 1353 kadin taranarak yapilan bir çalismada katilimcilarin %20'sinde HPV virüsü saptanmis olup, %0.7'sinde ise HPV'nin neden oldugu preinvazif servikal lezyonlar tespit edilmistir. Türkiye servikal HPV kolonizasyonu sikligi %2.1 olarak belirtilmektedir.

 

Bulgular;

HPV ile temas olduktan sonra mutlaka hastalik ortaya çikmaz. Aslinda çogu kiside HPV vücudun kendi savunma sistemi tarafindan etkisiz hale getirilir. Bir baska olasilik da virusu alan kiside uzun süre hiçbir belirti ortaya çikmamasidir. Kisi yillarca hatta bazen ömrü boyunca hiçbir yakinma ortaya çikmadan yasayabilir. Ancak bu durum hastaligi yaymasina engel degildir ve iliskide bulundugu kisilere hastaligi bulastirabilir. Bu durum latent ya da sessiz enfeksiyon olarak adlandirilir.

 

HPV'nin en sik neden oldugu belirti genital bölgede görülen sigiller (Condyloma acuminatum)'dir. Ciltten hafif kabarik, yumusak olan bu sigiler cinsel bölgeyi olusturan deride, vajina ile makat arasinda, anüs etrafinda, bacaklarin iç kisminda, penis ucunda ya da çevresinde görülebilir. Anal ya da oral seks sonrasinda agiz içi ve makat içinde de sigiller ortaya çikabilir. Bazi durumlarda vajina içinde ve rahim agzi üzerinde de sigiller olabilir.

 

HPV enfeksiyonalari virüsün türüne bagli olarak rahim agzini döseyen epitel hücrelerinde displazi (SIL, CIN) ve zaman içerisinde preinvaziv ve invaziv kanserlere neden olabilirler.

 

Yapilan arastirmalar rahim agzinda HPV'ye bagli degisim saptanan hastalarin %90'ina yakininda 2 yil içinde belirtilerin ortadan kalktigini ve HPV'nin takip eden smear testlerinde saptanamadigini ortaya koymustur. Kalici enfeksiyon ise serviks yani rahim agzi kanseri açisindan en önemli risk faktörünü olusturur.

 

Rahim agzi kanseri tüm dünyada kadinlarda görülen kanserler arasinda 2. sirada yer alir ve öldürücü bir kanserdir. Buna karsin kanser türleri arasinda önlenebilir olmasi açisindan ayri bir öneme sahiptir. Serviks kanserini önlemenin tek ve en basit yolu düzenli araliklarla yapilan smear testleridir. Smear testinde CIN, SIL ya da displazi olarak tanimlanan anormallikler saptandiginda biopsi yapilarak hem tani kesinlestirilir hemde invaziv kanser ekarte edilir. Daha sonra hastaliginin derecesine göre rahim agzindaki degisime ugramis bölge LEEP ya da konizasyon adi verilen basit ameliyatlar ile çikartilir ve daha sonra düzenli kontrollere baslanir. CIN ya da SIL'in ileri evre olmasi durumunda eger kisi ailesini tamamlamis ve baska çocuk istemiyorsa ya da 40'li yasar civarindaysa rahimin alinmasi da bir diger tedavi alternatifidir. Su anda ASCCP (American society for colposcopy and cervikal pathology) kriterlerine göre en az H-SIL (CIN-2 veya CIN-3) olmadigi sürece tedaviye gerek olmadigi yönündedir.

 

HPV tipleri;

Bugüne kadar DNA incelemeleri ile tanimlanmis 100'den fazla türü vardir ve bunlar sayilar ile tanimlanir.

 

Servikal kanser olgulari ve prekürsör intraepitelyal lezyonlarin yüksek risk grubu HPV kaynakli oldugu bilinmektedir. Düsük virülansli tipler ise sadece genital bölgede sigil seklinde kitlelerin olusumuna sebep olmaktadirlar.

 

.Düsük risk grubu; 6,11,40,42,43,44,54,61,62,71,72,81,83,84,89

 

.Yüksek risk grubu; 16,18,26,31,33,35,39,45,51,52,53,58,59,66,68,70,73,82,85.

 

Tani;

Klinik bulgular

 

Pap Smear

 

HPV DNA genotiplemesi (PCR)

 

Biyopsi.

 

 

Genital sigillerin görülmesi hem erkekte hem de kadinda HPV tanisini koydurur. HPV'nin neden oldugu rahim agzindaki degisimler ise rutin yapilan PAP smear testlerinde saptanir.

 

PAP smear testleri bazen, lezyon sahasi yeterince taranmadigi taktirde, eksik sonuç verebilmektedir. Ancak bizim tercih ettgimiz sivi bazli ince tabaka teknolojisinde hata payi en aza indirilmektedir.

 

PAP smearda HPV'ye bagli oldugu düsünülen degisimler saptandiginda ayni materyal içinde HPV'ye ait DNA incelemeleri yapilarak HPV varligi ve hangi tip HPV bulundugu saptanabilir. Örnegin ABD'de rahim agzi kanserlerinin %50'sinde HPV tip 16 saptanmaktadir. DNA tiplemesinde HPV tip 16 bulundugunda bu kadinda ömür boyu çok yakin takipler yapilmasi yararli olurken düsük risk grubunda bir tip saptandiginda kontrollerin arasi daha seyrek planlanabilir.

 

Erkeklerde ise belirti vermeyen HPV'nin saptanmasi ne yazik ki mümkün degildir. Erkeklerdeki sessiz enfeksiyonu saptayabilecek bir test yoktur.

 

HPV kan dolasimina geçmediginden ne erkeklerde ne de kadinlarda kanda bu virüsü saptamak mümkün degildir.

 

Tedavi;

Kesin bir tedavisi yoktur. Klasik bilgi virüs birkez vücuda girdiginde ömür boyu burada kalir seklindeyken, günümüzde yapilan DNA incelemeleri viruse ait genetik materyalin 6-24 ay içinde vücuttan tamamen atilabildigini ortaya koymaktadir. Ancak hangi kisilerde virusun kaldigi hangilerinde ise atildigi belli degildir. Burada en önemli faktör kisinin bagisiklik sistemi gibi görünmektedir. Virüsün ortaya çikardigi patolojiler ise tedavi edilebilir.

 

Genital sigil (Condyloma acuminatum) varliginda bunlar yakilarak ya da dondurularak tedavi edilirler. Çok büyük boyuttaki sigillerin ise cerrahi olarak çikartilmasi gerekebilir. Az sayidaki küçük sigiller ise bölgesel olarak uygulanan kremler yardimi ile yok edilebilir. Sigillerin tedavi edilmesi bir daha çikmayacagi anlamina gelmez. Yeniden ortaya çiktiklarinda tekrar tedavi edilmeleri gerekir.

 

Bazi kisilerde sigil ortaya çikip tedavi edildikten sonra bir daha ömrü boyunca yeni sigil çikmaz. Bazi kisilerde ise sik araliklarla sigiller çikar. Kisiler arasinda bu derece fark olmasinin nedeni büyük olasilikla bagisiklik sistemleri arasindaki farkliliktir.

 

Smear testinde saptanan ve biopsi ile kesinlesmis displazi varliginda ise hastaligin siddeti, hastanin yasina göre LEEP, konizasyon ya da rahimin alinmasi gibi tedaviler uygulanabilir. LEEP sonrasi dogurganlikta bir degisiklik ortaya çikmamaktadir.

 

Korunma;

 

HPV oral ve anal seks de dahil olmak üzere her türlü cinsel iliski ve ciltten cilde temas yolu ile de kolaylikla bulasabildiginden cinsel yönden aktif olan kadin ya da erkek herkes HPV enfeksiyonlari açisindan risk altindadir. Ancak bazi kisilerde risk daha yüksektir. Bunlar:

 

Yasaminin herhangi bir döneminde birden fazla partneri olanlar.

 

Partneri daha önceden birden fazla kisiyle iliskide bulunmus kisiler

 

Cinsel yasantisi erken yasta baslayanlar

 

Kendisinde ya da partnerinde halen ya da daha önceden baska türde cinsel yolla bulasan hastalik öyküsü olanlar

 

HPV ve diger cinsel yolla bulasan hastaliklar çogu zaman bir arada bulunurlar. Bu nedenle baska bir cinsel yolla bulasan hastalik varliginda beraberinde HPV'de bulunabilecegi akildan çikartilmamalidir.

 

Kondom yani prezervatif AIDS'de dahil olmak üzere diger cinsel yolla bulasan hastaliklara karsi tam bir koruma saglamasina ragmen HPV'ye karsi her zaman böyle bir koruma saglamaz. Çünkü enfeksiyon prezervatifin kapladigi alan disinda da bulunabilir ve ciltten cilde temas ile bulasabilir.

 

Asi korunmada umut vaad etmektedir.

 

 

HPV'den korunmanin en etkili yolu riskli kisiler ile birlikte olmamaktir.

 

Herhangi bir kadinda rahim agzi hücrelerinde degisim saptanmasi ya da genital sigil olmasi kanser gelisecegi anlamina gelmez. Aslinda genital sigile neden olan HPV türlerinin rahim agzinda degisime ya da kansere neden olmasi son derece nadirdir. Rahim agzi kanserlerinin yarisindan sorumlu oldugu bilinen HPV tip 16 varligi bile mutlaka kanser gelisecegi anlamina gelmez. Sadece artmis risk söz konusudur ve yakin takip gereklidir. Rahim agzi kanseri tanisi konmus kadinlarin %95'inin son 5 yil içinde smear testi yaptirmamis olmalari bu tarama testinin ne derece önemli oldugunu ortaya koymak bakimindan çarpicidir.

 

Amerikan Kanser Cemiyetinin 2001 yilinda yayinladigi rehbere göre her kadin cinsel yasantisi basladiktan sonra ilk üç yil içinde ilk smear testini mutlaka yaptirmalidir.

 

HPV enfeksiyonu tasiyan bir kisiyle iliskide bulunmak da mutlaka o kiside de enfeksiyon ortaya çikacak anlamina gelmez. Burada kisinin bagisiklik sistemi çok büyük önem tasir. Kisiler arasi farkliliklar nedeni ile bazi kisilerde bagisiklik sistemi virüsle mücadele edebilir ve ortadan kaldirabilir. Ancak yapilan arastirmalar aktif enfeksiyonu olan bir kisi ile iliskiye girenlerin %60'inda ilk 3 ay içinde enfeksiyon bulgularinin ortaya çiktigini ortaya koymaktadir.

 

Asi;

 

2006 Haziran ayinda FDA, HPV tip 6, 11, 16 ve 18'in neden oldugu servikal kanser, prekanseröz lezyon ve genital sigillerin olusumunu engelledigi iddia edilen ilk asi için onay vermistir. 9-26 yas kadinlarda uygulanabilen bu asi sadece tip 6, 11, 16 ve 18'e karsi koruma saglamakta, daha önce HPV'nin bu tipleri ile enfekte olmus kadinlarda ve diger HPV tiplerine karsi koruma saglamamaktadir.

 

Merck firmasi tarafindan gelistirilen quadritravalan (Tip 16,18,6,11 benzeri) asi yaninda, (Gardacil) GlaxoSmithKline (GSK) firmasi tarafindan gelistirilen bivalan (Tip 16,18) asinin (Cervarix) çalismalari tamamlanmistir ve ülkemizde de piyasaya sunulmustur. Bu iki asi ile ilgili çalismalardaki ortak sonuçlari; HPV asilarinin kisiler tarafindan kolay tolere edilebildigi, yüksek oranda bagisiklanmanin saglanabildigi, dirençli HPV enfeksiyonu ve HPV enfeksiyonlari ile iliskili klinik hastaligin azaltilmasinda etkili olduklari ve bivalan asi ile olusan antikor titresinin daha uzun süreli oldugudur.

 

Ülkemizde su anda "Cervarix" ve "Gardasil" isimli asilar doktor önerisi ve kontrolu ile  satilasa sunulmustur.

 

Asi uygulamasi yapilmis kadinlarda bile servikal kanser tarama programlarinin hayat boyu devam ettirilmesi önerilmektedir. Ancak hem Pap smear ve hemde HPV-DNA testi negatif (-) ise ACS (American Cancer Society) ve ASCCP (American Society for Colposcopy and Cervical Pathology)'nin ortak kararina göre 3 yildan önce Pap smear ve HPV-DNA testinin tekrarlanmasi gerekli görülmemektedir.

 

Smear ve HPV DNA testi için örnek alma;

 

Smear firçasi servikal kanal içerisine yerlestirilirek kolum ve kanal taranacak sekilde firça birkaç kez çevrilerek sürüntü alinir: Mümkün oldugunca fazla döküntü almaya çalisilmalidir. Daha sonra smear çubugunun firçasi özel solüsyonu içine birakilmali ve Patoloji merkezine gönderilmelidir.

 

 

HPV'nin diger kanser türleri ile iliskisi;

 

Özellikle bazi yüksek riskli HPV türleri anüs, penis, vajina ve kadinda vulva (dis genital bölge) kanserleri ile iliskili olabilmektedir. Ancak nadir görülen bu kanserlerin tek nedeni HPV degildir.

Pap Smear Nedir ?

PAP smear; rahim agzindan (serviks) sürüntü alinmasi ve bunun mikroskop altinda incelenmesine verilen isimdir.

Smear bir jinekolog hekim tarafindan hastanin jinekolojik muayenesi yapildiktan sonra alinmalidir. Smear iki yöntemle alinir;

1- Konvansiyonel smear; Klasik yöntemdir. Plastik küçük smear firçasi rahim agzina sürüldükten sonra mikroskop lamlarina sürüntü yayilir.

2- Sivi bazli smear; Yeni bir yöntemdir. Yine rahim agzi firça ile tarandiktan sonra smear firçasinin kafasi özel bir solüsyon içerisine atilir. Hücreler bu solüsyonda uzun süre (1-2 sene) özelliklerini muhafaza edecek sekilde tespitli kalir. Ayrica fibrin ve mukus gibi artefaktlardan ayrilir. Daha sonra hücreler özel bir ultrasantrifüj ile (Shandon) ince bir tabaka seklinde lam üzerine yayilir. Laboratuarimizda bu yöntemi tercih etmekteyiz.

Servikovajinal smear ilk olarak tip dünyasina 1940'li yillarda George Papanicolaou tarafindan tanitilmistir.

1945 yilinda American Cancer Society tarafindan bir tarama testi olarak önerilmis ve son 40 yil içerisinde serviks kanserine bagli ölümlerde belirgin azalma saglamistir. Ancak Papanicolaou'nun önerdigi ve yillarca basari ile kullanilan bu "class" sistemi bugün erisilen bilgi düzeyinin gerisinde kalmistir.

Pap Class Sistemi neden yetersiz

1- Günümüz neoplazi-preneoplastik lezyonlar anlayisini yansitamamaktadir.

2- Pap class'larin histolojik karsiliklari yoktur.

3- Non-kanseröz antitelere yer verilmemistir. National Cancer Institude 1988 yilinda yeni bir raporlama sistemi önermistir;

Bethesda sistemi.

Bu sistem önerilirken su noktalar üzerinde görüs birligine varilmistir;

1- Sitoloji raporu tibbi bir konsultasyondur. Konsültasyonun etkin kilinabilmesi için, klinisyenin sitopatologa tüm bilgileri iletmesi, sitopatologun spesmen yeterliligini mutlaka degerlendirmesi ve raporunda belirtmesi gereklidir.

2- Pap klasifikasyonu geçerliligini yitirmistir.

3- Servikovajinal smear'de uniform bir sistem kullanilmasi gereklidir. Bu sayede klinisyen-sitopatolog iliskisi güçlendirilecek, sitoloji ile histopatoloji arasinda baglanti kurulacak ve istatistiksel çalismalar daha kolay yapilabilecektir. 1991 yilinda ve en son 2001 yilinda sistemde bazi degisiklikler yapilmis ve bugün kullandigimiz sistem ortaya çikmistir. 2001 ve 2006 yillarinda yapilan degisiklikler internette yayinlanmis olup Ilgili linkler bölümünde (Betheda 2001) bu degisiklikleri bulabilirsiniz. Bu sistem hala çok tartisilmakta, bazi degisiklikler yapilmakta ama giderek daha çok laboratuar tarafindan tercih edilmektedir. Bethesda sisteminin önceki sistemlerden en önemli farki;

1-Spesmen yeterliligi üzerinde önemle duruluyor olmasi,

2-Epitelyal hücre anomalilerini farkli ele almasidir.

Bu sistemde; Squamous intraepitelyal neoplaziler klasik üçlü sisteme göre degil (CIN I, II, III, hafif-orta-agir displazi gibi) ikili bir sistemde degerlendirilmektedir; Low-Grade servikal intraepitelyal neoplazi (L-SIL) ve High-Grade servikal intraepitelyal lezyon (H-SIL).

Kanser Nedir ?

ABD'de her yil 1 milyon kisi bir tip kanser tanisi almaktadir. Ülkemizde ise her yil 150 bin kisinin kansere yakalandigi tahmin edilmektedir. Kanser, kardiovasküler sistem hastaliklari ile birlikte en sik ölüm sebebidir.

 

Neoplazi; yeni gelisme, Neoplazm ise yeni gelisim anlamini tasimaktadir.

Tümör orjinalinde iltihap sebebiyle olan sislik anlamini tasimaktadir. Fakat zaman içerisinde tümör'ün nonneoplastik anlamda kullanimi kaybolmus ve neoplazm ile ayni anlamda kullanilir olmustur.

 

Oncology (Yunanca oncos=tümör) tümör veya neoplazi çalismasi anlamina gelmektedir.

Kanser ise tüm malign tümörler için kullanilan bir tanimdir. Eski kulanimi hakkinda kesin bilgi olmamasina ragmen muhtemelen kanserin çevre dokulara yapismasini tarifen, Latince yengeç kelimesinden türemistir.

 

Tümörler ikiye ayrilir;

1- Benign tümörler,

2- Malign tümörler.

 

Benign-malign tümör (neoplazi)'lerin karakteristikleri;

Diferansiasyon (köken alinan dokuya benzeme); Köken alinan dokuya morfolojik ve fonksiyonel olarak ne kadar benzediklerini belirtir. Genel olarak tüm benign tümörler iyi diferansiyedir, yani köken aldiklari dokuya çok benzerler. Malign neoplaziler ise az veya genellikle benign neoplaziler kadar olmasada, çok benzeyebilirler.

Büyüme hizi; Çogu benign tümör yillar içerisinde yavas ilerler. Çogu malign tümör ise hizli ilerler. Genel olarak tümörlerin büyüme hizi diferansiasyonla korele gider. Yani tümör ne kadar az diferansiye ise o kadar hizli gelisir.

Lokal invazyon (Bulundugu yere yapisma); Hemen tüm benign tümörler çevre dokulari ittirerek büyüdükleri için iyi sinirlidirlar ve çevreden kolayca siyrilabilirler. Malign tümörler ise çevre dokularin içerine dogru ilerledigi (invaze oldugu) için çevre organ ve dokulara yapisirlar ve cerrahi olarak ayrilmalari zordur.

Metastazis (Uzak organlara siçrama); Malign neoplazmlar lenfatik ve kan damarlari yolu ile uzak organlara siçrayabilir. Cerrahi sonrasi tümör tamamiyle çikartilabilmis olsada çogu kansere uygulanan radyoterapi (isin tedavisi) tümörün çiktigi alandaki, kemoterapi (ilaç tedavisi) ise damar ve lenfatiklerde olmasi olasi hücreleri öldürerek metastazi önleme amacini tasimaktadir. Hernekadar bununda birkaç istinasi bulunmakla beraber kural olarak benign tümörler metastaz yapmazlar.

 

Tüm bunlarin sebebi kanser hücrelerinin kontrolsüz olarak çogalmasidir. Normalde canlilarda deri, sindirim sistemi epiteli devamli olarak ölen hücrelerin dökülmesi ve yenilerinin onun yerini almasi ile devinim halindedir. Hatta karacigerden bir parça alinacak olsa kalan karaciger dokusu bu kismi tamamlamak üzere çogalmakta ve eksik kisim yerine konduktan sonra çogalma islemi durmaktadir. Ancak kanser hücrelerinde bu kontrol kaybolmustur.

 

Kültürde, normal hücreler komsu hücrelere yapisarak iliskilerini devam ettirirler. Bu yapisma (adhezyon) noktalarinda hücrelerde elektronca yogun bir plak olusur. Bununla birlikte, hücrelerin ameboid uzantilarinda yavaslama ve durma görülür. Bu olaya kontak inhibisyon denir. Bu sekilde, hücre bölünmesi kontrol edilir. Deneysel olarak, normal hücreler bir kültür ortaminda kendilerine saglanan ortam sartlari ne kadar iyi olursa olsun kontak inhibisyon nedeniyle tek tabaka olusturduktan sonra daha fazla çogalmazlar. Çünkü, bölünme sinirli sayida olur. Fakat, kanser hücreleri sürekli çogalarak birkaç tabakali düzensiz kitleler olustururlar. Bu da kanser hücrelerinde kontak inhibisyon kaybi oldugunu göstermektedir.

 

Kanser nasil olusur;

 

Iki sebep söz konusudur.

1- Kalitsal faktörler; yani canlinin genleri ile tasidigi ve nesilden nesile aktarilan kanserlerdir.

2- Çevresel faktörler; Kanserlerin yaklasik %80-90’i çevresel faktörler tarafindan meydana gelir ve önlenebilme potansiyeli vardir. Kalitim yoluyla kanser meydana gelme olasiligi çevresel faktörlere oranla çok daha azdir.

Bunlar; x-isinlari, uv (ultraviyole-morötesi) isinlari gibi fiziksel ve bazi ilaçlar, polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi kimyasal faktörlerin yaninda virüsler de biyolojik olarak normal karaktere sahip bir hücre kültürünü transforme ederek kanser olusturabilirler.

 

 

 

Kimyasal karsinojenler, tümörü ya uygulandigi yerde (örn: cilt) veya absorbe edildigi yerde (örn: bagirsak) ya da metabolizmanin durumuna göre karaciger, böbrek gibi organlarda, bazen de direkt olarak alakasi olmayan bir yerde meydana getirirler. Fakat, karsinojene maruz kalma kanser olusturmak için tek basina bir sebep degildir. Karsinojenler ancak uygun yer ve zamanda kanser olusturabilirler.

 

Sayabilecegimiz bazi kimyasal karsinojenler sunlardir:

 

¨Hidrokarbonlar: baca temizleyicileri, boya endüstrisinde kullanilan maddeler

 

¨Aflatoksin ( küf mantari tarafindan sentezlenir)

 

¨Nikel, krom

 

¨Sigara (nikotin, tar)

 

¨Yiyecek katkilari

 

¨Birçok ilaçlar

 

¨Parfümlerde kullanilan bazi kimyasallar

 

Fiziksel faktörlerin, kanserojen kimyasal maddelerin veya onkojenik (kansere neden olan) virüslerin konak hücre genomu ile etkilesimleri sonucu hücreler degismekte ve farkli antijenite kazanmaktadir. Bir normal hücrenin kontrolden çikarak hizla bölünmesiyle olusan kanserli hücrede birçok anormal doku antijeni belirmektedir. Tümör hücrelerinde yeni yeni antijenler olusmakta ve normal antijenlerin kaybina veya degisikligine neden olabilmektedir. Erken fötal dönemde, normalde bulunan protoonkogenlerin (kansere sebep olabilme potansiyeli olan gen) farklilasmasiyla anormal genler olusmakta ve bunlara selüler onkogenler adi verilmektedir.

 

Immün sistem (bagisiklik sistemi) ve kanser olusumu arasindaki iliski;

 

Bagisiklik sistemi kanser hücrelerinde gelisen yabanci doku antijenlerini kolayca taniyabilir ancak, tümör dokusunu organizmadan kolayca atamaz. Insanda bir saniyede bir milyara yakin hücre çogalmasi olmakta ve somatik olarak bunlarin birkaçi, günde yüzlercesi mutasyonla farkli hücreler olusturmaktadir. Bu farkli hücrelerin temizlenmesinde hücresel immün cevap mekanizmasi rol oynamaktadir. Buna, immün sistemin kansere karsi “immün denetimi” denmektedir. Immün sistem, tümör olusumunu denetlemekte, ayni zamanda tümör hücresi ve antijenlerine karsi immün cevap çikarmaktadir. Hücresel immün cevap baskilandigi zaman kanser olusumu artmaktadir.

 

Yenidogan ve yaslilik dönemlerinde immün cevap mekanizmasi zayiflamaktadir. Yaslilarda prostat kanseri, çocuklarda nöroblastoma sik görülmektedir. Immün sistemi baskilayici ilaç kullananlarda tümör olusumu riski artmaktadir. Immün sistem bozuklugu olan hastalarda da bazi kanser tipleri gelisebilmektedir.

 

Kanserden nasil korunabilirsiniz?

 

Sigara içmeyerek, beslenme aliskanliklarina ve yasam tarzina dikkat ederek, günes isinlarindan korunarak kanserden korunmak mümkün.

 

 

Sigara ve tütün kullanimindan kaçinmak:

 

Sigara ve tütün ürünlerinin akciger kanseri, agiz, yutak (farinks), soluk borusu (larinks), yemek borusu, pankreas, rahim agzi (serviks), böbrek ve idrar torbasi (mesane) kanserlerine yol açtigi kesin olarak biliniyor. Bu nedenle sigarayi içmeyerek bu kanserlerdenkorunubilirsiniz.

Sadece sigara içenler degil, pasif sigara içicileri de bu hastaliklara karsi risk altinda bulunur.

 

 

Beslenme ve diyet:

 

Bitkisel kaynakli besinlerin fazla tüketilmesi, özellikle hayvansal kaynakli yüksek yagli gidalarin sinirlandirilmasi, bitkisel yaglarin tercih edilmesi, fiziksel olarak aktif olup, egzersiz yapilmasi ve ideal agirligin korunmasi, alkol tüketiminin sinirlandirilmasi kanserden korunmada etkin rol oynuyor.

 

Günes isinlarindan korunma:

 

Bazal ve skuamöz hücreli deri kanserleri günes isinlarina maruz kalma sonucunda ortaya çikiyor. Bu nedenle günes isinindan korunulmasi ile bu kanserlerin gelisimi engellenebilir.

 

Erken tani ise yarar mi?

 

Kisilerin kendi kendini muayenesi, kontrol muayeneleri ve taramalar ile erken tani mümkün. Böylece hastaligi daha erken tani konulabildiginden tedavi sansi da yükseliyor. Buradan hareketli hiç sikayeti olmayanlar bile düzenli doktor kontrolleri yaptirmalari öneriliyor.

Erken tani için bazi öneriler:

 

 

Meme kanseri:

 

40 yas ve üzerindeki kadinlar her ay kendi kendine meme muayenesi yapmali, yilda bir kez doktor muayenesi ve mamografi yaptirmali. 20-39 yasindaki bayanlar ise her ay kendi kendine meme muayenesi yapmali, 3 yilda bir de mamografi yaptirmali.

 

 

Kalin Bagirsak Kanserleri:

 

50 yasindan sonra diskida gizli kan testi, belirli araliklarla sigmoidoskopi, kolonoskopi ve bagirsak filmi çekilebilir. (Ayrinti için doktorunuza danisiniz.)

 

Rahim kanserleri:

 

Cinsel olarak aktif olanlar ve 18 yasin üzerinde olanlar yilda bir kez PAP testi ve pelvik

 

muayene yaptirmali. Ardisik üç muayene normalse daha seyrek yapilabilir.

 

Prostat kanseri:

 

50 yas ve üzerindeki erkekler yilda bir kez doktor muayenesi ve PSA (prostat spesifik antijen testi) yaptirmali.

 

Kanserin baslica belirti ve bulgulari nelerdir?

 

Kanserin belirti ve bulgulari köken aldigi doku ve organlara göre degisir. Hatta bazen hiç belirti ve bulgu vermeden kontrol muayenelerinde kanser tanisi konulabilir.

Asagidaki belirtilere dikkat edin:

 

.Diskilama ve idrar aliskanliklarinda degisiklikler

 

.Uzun süren, iyilesmeyen yaralar

 

.Beklenmeyen kanama ve akintilar

 

.Meme veya baska organlarda elle hissedilen sislikler

 

.Yutma güçlügü veya hazimsizlik

 

.Sigil ve benlerde belirgin degisiklik

 

. Uzun süren ses kisikligi ve öksürük

 

Bu bulgular her zaman kanser demek degildir. Ancak nedenlerinin belirlenmesi için mutlaka bir doktora basvurulmasi gerekir. Kanser bulasici bir hastalik olmayip, erken tanisi ve tedavisi mümkün bir hastalik grubudur.

Biyopsi Nedir ?

Vücudun herhangi bir yerinden bir doku parçasinin, tani koymak, mikroskop altinda incelemek veya çesitli testler yapmak amaciyla, alinmasi islemine biyopsi denir.

 

Bazen smear isleminde oldugu gibi, organ veya dokunun üzerindeki hücreleri toplamakta yeterli olabilmektedir.

 

Yunanca -bios “hayat” ve -opsis “bakmak” kelimelerinden türetilmistir.

 

Ilk biyopsi, 11. yüzyilda Ebul Kasim tarafindan bir tiroid nodülünde (guatr) igne ile alinan materyalin degerlendirilmesi seklinde yapildiktan sonra günümüze kadar çok degisiklik göstermistir. Ancak surasi ilginçtir ki, aradan geçen 1000 yila ragmen tiroid nodüllerinde igne biyopsisi hala vazgeçilmez bir yöntemdir.

 

Yakin zamana kadar vücut dokularindan parça alinmasi için açik cerrahi yöntemler yaygin olarak kullanilmistir ve halen de kullanilmaktadir. Ancak son yillarda görüntüleme yöntemlerinin gelismesiyle açik biyopsilerin bir kisminin yerini çesitli igneler kullanilarak yapilan biyopsiler almistir.

 

Kullanilan baslica biyopsi alma yöntemleri sunardir;

 

Ince Igne Aspirasyon Biyopsisi (IIAB)

 

Çesitli radyolojik görüntüleme yöntemleri (ultrason, tomografi, mammografi, MR gibi) rehberliginde biyopsi alinacak kitle veya organin içine gönderilen bir igne yardimiyla hücre alinmasi islemidir. Burada ince uçlu normal enjektör ignesi kullanilabildigi gibi, özellikle derin kitle ve organlara ulasmak için özel gelistirilmis ignelerde kullanilabilmektedir. Günümüzde en çok kullanilan biyopsi yöntemlerinden birisidir. Özellikle vücut yüzeyine yakin kitlelerde ve ultrason esliginde yapilanlari çok sik kullanilir (meme kitleleri, tiroid bezi nodülleri gibi). Çogunlukla anestezi gerektirmez, hasta biyopsiden hemen sonra günlük yasantisina dönebilir. Dogru yerden biyopsi alinamama veya alinan materyalin tani için yetersiz kalmasi gibi dezavantajlari vardir.

 

Igne ile alinan materyal genellikle lam üzerine yayilir. Lam üzeriden tespit edilen hücreler çesitli boyalarla boyanarak (PAP, MGG, H-E gibi) incelenir (Bak; tetkiklerimiz).

 

Eger gelen materyal birkaç santimetreküpü bulacak kadar fazla ise bu sitospin'de santrifüje edilerek lama yayilir ve daha sonra boyama islemleri gerçeklestilir. Bu materyalden hücre blogu yapilmaya da çalisilir. Hücre blogu immünhistokimya gibi daha ayrintili teknikler kullanmaya daha elverislidir.

 

Core (kor) Biyopsi, Kesici veya Kalin Igne Biyopsisi

 

Çesitli radyolojik görüntüleme yöntemleri (ultrason, tomografi, mammografi, MR gibi) rehberliginde biyopsi alinacak kitle veya organin içine gönderilen kesici bir igne yardimiyla doku alinmasi islemidir. Bu biyopsi için özel biyopsi tabancalari kullanilir. Genellikle lokal anestezi (bölgesel uyusturma) ile yapilir. Hasta biyopsiden hemen sonra günlük yasantisina dönebilir. Alinan doku miktari ince igne biyopsisine göre daha fazla oldugu için patolojik inceleme daha detayli yapilabilir ve immünhistgokimyas gibi ileri tetkikler uygulanabilir. Yetersiz materyal gelme olasiligi yok gibidir. Ancak yanlis yerden doku örnegi alinma olasiligi bu tip biyopside de mevcuttur. Kullanilan igne daha kalin ve kesici özellikte oldugu için uygulanan dokunun özelligine göre ince igne biyopsisine göre kanama, delinme gibi komplikasyonlarin görülme olasiligi daha fazladir.

 

Açik (cerrahi) biyopsi

 

Bir cerrahi uzmani tarafindan, biyopsi alinacak kitle veya organa operasyon ile ulasip cerrahi yöntemle incelenecek parçanin alinmasi islemidir. Lokal veya genel anestezi altinda yapilabilir. Gözle görülerek örnek alindigi için yanlis yerden veya yetersiz örnek alinmasi olasiligi yok gibidir. Patolojik inceleme tüm detayiyla yapilabilir. Açik biyopsi su durumlarda tercih edilir:

 

Görüntüleme yöntemleri esliginde ulasilamayan veya görülemeyen kitlelerde

Igne biyopsilerinin riskli olacagi durumlarda

Biyopsi sonucuna göre operasyonun (ameliyatin) devam etme olasiliginin bulundugu durumlarda (frozen, Bak; tetkilerimiz)

Kitlenin baska bir cerrahi operasyon sirasinda farkedilmesi durumunda

Teknik olanaklarin igne biyopsilerine izin vermedigi durumlarda

Daha önce igne biyopsisi yapilip tani konamayan durumlarda

 

Laparaskopik biyopsi

 

Laparoskopi genellikle genel anestezi altinda yapilan ve göbek deliginden ince bir kameranin karin, gögüs boslugu veya eklem içi gibi diger bosluklar içine sokularak iç organlarin görüntülenmesi prensibine dayanan bir ameliyattir. Halk arasinda kapali ameliyat olarakta bilinir. Bu islem gerektiginde ameliyat için degil kitle veya organdan biyopsi alma amaciylada uygulanir ki buna laparoskopik biyopsi denir.

 

Laparoskopi 1980'li yillarin ortalarina kadar genelde tani amaçli uygulanan bir islem olmasina ragmen teknolojik gelismelere paralel olarak son zamanlarda giderek artan bir siklikta tedavi amaçli (cerrahi laparoskopi) uygulanmaya baslamistir. Laparoskopi ile karin alt bölgesinde açilan 3 - 5 mm'lik deliklerden içeri sokulan aletler ile her türlü cerrahi girisimi yapma olanagi vardir. Deneyimli ellerde laparoskopi açilarak yapilan ameliyatlar ile benzer sonuçlar vermektedir. Laparoskopinin en önemli avantajlari ise hastanede yatis gerektirmemesi, ameliyat sonrasi çok daha az agri kesiciye gereksinim göstermesi ve ise dönüs süresinin hizlanmasidir. Çogu hasta 3 - 4 gün içinde normal yasamlarina dönebilmektedir. Laparoskopinin bir diger üstünlügü ise karin kesisine bagli komplikasyonlardan (enfeksiyon, yara açilmasi ve fitik gibi) sakinilmasidir.Laparoskopik cerrahi sirasinda dokulari kesmek ve kanamalari durdurmak amaci ile pek çok yöntem kullanilabilir. Mekanik kesme (biçak ve makas) ve baglama, elektrocerrahi ve lazer bunlardan en önemlileridir. Halk arasindaki yaygin kaninin aksine lazer ile yapilan ameliyatlarin sonuçlari diger yöntemler ile yapilanlardan farklilik göstermemektedir. Operatörün hangi yöntem ile en fazla deneyim sahibi oldugu, genellikle operasyonun basarisini etkileyen en önemli faktördür. Lazer mevcut oldugu takdirde özellikle endometriozis cerrahisinde bazi avantajlar saglayabilmektedir.

 

Küretaj biyopsi

Endometrium (Rahim içi) veya kemik gibi organlarda küret adi verilen kasik benzeri bir alet yardimi ile o alandaki materyalin kazinarak alinmasi islemine verilen isimdir.

 

Endoskopik biyopsi

Mide, barsak, idrar torbasi (mesane), akciger gibi organlara fleksible (kivrilabilir) bir isik kaynagi ucuna bagli kamera sokularak organin incelenmesi ve süpheli alan veya alanlardan özel forsepsi vasitasiyla örnek alinmasi islemidir.

Patoloji Nedir?

 Patoloji  hastalikla ilgili hücrelerdeki, dokulardaki ve organlardaki yapisal ve islevsel degisikliklerin çiplak gözle veya mercekle taninmasi, arastirilmasi ve incelenmesiyle ilgilenir.  Patoloji yalniz insan degil hayvan ve bitkilerin de hastalik hallerini inceler. Patolojiyle ugrasan kisilere Patolog denir

 

        Patolojinin baslica hedefi hastaliklari 4 yönden incelemektir:

  1. Etyoloji:  Hastaliklarin baslangici
  2. Patogenez:  Hastaligin olus mekanizmasi
  3. Morfolojik degisiklikler: Ilgili hücre, doku ve organlardaki yapisal bozukluklar
  4. Klinik önem:  Hastaligin klinik açidan önemli

 

        Patolojide hangi örnekleri incelenir?


        Vücuttan biyopsiyle alinan küçük dokular veya ameliyatla çikartilan organlar, idrar ve balgam gibi vücut sivilari, tiroid, meme, lenf dügümü gibi yüzeysel organla dokulardan alinan sivilar, vajina ve rahim agzindan alinan örnekler incelenir.
        Incelenen vücut sivilari için uzmanlar ‘sitoloji’, dokular içinse ‘biyopsi’ raporu düzenler. Bunlar disinda hastanin neden ve nasil öldügüne yanit bulmak üzere yapilan otopsiler için düzenlenen raporlar var. Otopsi, adli vakalarda uygulanir.

 

        Patolojinin metodlari:

 

        Patolojide fizik, kimya, anatomi, histoloji ve bakteriyolojide kullanilan metodlar uygulanir. Patolojide kullanilan bir diger metod da otopsidir.

       Otopsi hangi amaçla yapilir?

       Otopsinin amaci, tip dünyasi için normal ve anormal olani tanimak. Bu baglamda otopsisiz bilim ve tip egitimi düsünülemez. Otopsibütün organlarin çiplak gözle muayenesini saglar
     Ölen kisinin yakinlari için amaç, ölüm nedeninin saptanmasinin yani sira, kisinin ölmeden önceki hastalik sürecinde yapilan klinik uygulamalarin dogrulugu hakkinda fikir sahibi olabilmek.
     Ülkemizde otopsi, özellikle ölü dogum ve yenidogan ölüm vakalarinda yapilir. Düsüge veya ölüme yol açan durumlari ortaya çikarmak gelecekteki hamilelikler için önlemler alinabilmesine fayda sagladigindan, otopsi anne ve baba tarafindan da siklikla istenir. Ayrica örnekler üzerinde mikroskopik incelemelere ek olarak genetik incelemelerin de yapilabiliyor olmasi, sonraki hamileliklerle ilgili tibbi süreçlere isik tutar.